22 Ağustos 2013 Perşembe

Gezi notları - 5 "Çapulcular havuzda"

Intro için TIK
1. bölüm TIK
2. bölüm TIK
3. bölüm TIK
4. bölüm TIK

7 haziran cuma

Haftasonu Marmaris'te Masterlar Bahar Kupası, Çağla Özgen'i anma Yarışları yüzülecek. Hayatının 20 yılını kansere direnerek geçiren, bu pis hastalığa rağmen hiç bir zaman yüzünden gülümsemesini eksik etmeyen, yüzmesini, sporunu ihmal etmeyen, birçoklarının cesaret bile edemeyeceği boğaz maratonlarına her türlü sağlık sorunlarına karşı katılıp, yine bir çoklarının tamamlayamadığı yarışı alnının akıyla bitirebilen, kendiyle barışık, sporcu ruhlu, iyi bir takım arkadaşı, pek keyifli bir insandı Çağla.

Bir yandan hiç tadımız tuzumuz yoktu, Ankara'da olaylar hızla devam ederken kimsenin Marmaris'e gidesi yoktu, öte yandan da Federasyon izni ile Çağlamızın adını verdiğimiz bu yarışa gitmememiz, çocukluk arkadaşımızı yanlız bırakmamız düşünülemezdi bile..

Yola çıkmadan bir gün önce içimde bir şeyler yapma isteği vardı..Yaşamakta olduğumuz olağan dışı durumu yanımda götürmek, tepkimi göstermek istiyordum. Bilsin insanlar istiyordum, düşüncemi, tavrımı, desteğimi. Bir pankart hazırlamak geçti aklımdan. Esra'yla konuştuk ve karar verdik. Bir pankartımız olacaktı, yanımızda bizimle gezecek, Gezi ruhunu bizimle taşıyacak..Heyecanımızı, öfkemizi, umudumuzu içimizde tutamıyorduk.

Günlerin yorgunluğu, uykusuzluğu, çocuklar yattıktan sonra başladığım valiz hazırlıklarının 01:00 de bitmiş olması, göz kapaklarımın dayanılmaz ağırlığı koca bir çarşafı yere yayıp kumaş kalemleriyle işe koyulmama engel olmadı! Memo'nun da yardımlarıyla bir yandan HalkTv seyredip twitter takip ederek pankartımızı bitirdik!

Uçakta pankartı gören hosteslerden birisi, yemek servisi sırasında bizim sıraya eğilerek "İsterseniz kabinin en başına gidip açabilirsiniz pankartı, yanlız benden duymadınız" dedi göz kırptı. En başa gitmeye cesaret edemedik. Alabileceğimiz olası tepkiden ziyade olası tepkisizlik korkuttu beni ne yalan söyleyeyim. Bir de garip bir his, uçak içinde sadece pankart bile açmak olsa insan tırsıyor eylem yapmaya, değişik bir hal sergilemeye. Antrenörümüzün de haklı olarak, bizi koruma içgüdüsü ile "Boşverin" demesi üzerine olduğumuz yerde açtık biz de..Arkadan gelen destek alkışları üzerine yerimizden biraz daha kalkarak, pankartı biraz daha yükselterek..



Uçaktan inerken hostesimiz ellerimizi sımsıkı sıktı, gülümseyerek, "Yarın dönüyorum, Tunalı'da görüşmek dileğiyle!" dedi. 

Yarışların ilk günü, tribünde pankart elimizde ne yapsak diye bakınırken, havuz yada federasyon görevlilerinden biri "Asın bunu!" dedi, gitti, bize ip buldu, çarşafın dört bir yanına delik deldi, ipleri geçirdi, asmamıza yardım etti. Akşam üstü seansının ortasına kadar asılı kalan pankart yarışları izlemek için orada olan Federasyon Başkanının talimatı ile indirtildi...


Ama o kadar zaman boyunca bir dolu fotoğrafı çekildi, alkış ve övgü aldı. El emeği göz nuru pankartımız halen şu an terasımızda asılı, solmuş renklerine aldırmadan balkon demirlerinde güneşe direnmeye devam ediyor. :)


14 Ağustos 2013 Çarşamba

Gezi notları - 4 "Mübarek kandilde vur bizi!"

5 haziran çarşamba

Direniş tüm hızıyla sürüyor. Akıllara ziyan mizah üreten orantısız zekalar öfkemizi zaman zaman azaltıp yüzümüzde kocaman gülümsemeler yaratıyor. Ancak arada gülümsesek bile, içimiz kan ağlıyor. 2 genç hayatını yitirdi bile. Polis şiddeti olanca hızıyla devam ediyor. Gözünü kaybedenler, dayak yiyenler, Kordon'da durduk yerde saçından sürüklenenler, cop yiyenler..Sosyal medya koptu gitti, telefonların şarjları dayanmıyor, tek kanalımız halktv oldu, bebeler yatınca hemen açılıyor. Öğlen tatillerimi Kuğulu Park'ta geçiriyorum, ortamı kolaçan etmek, duvar yazılarını okumak hoşuma gidiyor.


Gündüz grev vardı, Kızılay olaylıydı, iş yerinde tüm gün tepemizde helikopterler uçtu. Sinir bozucuydu. Akşam çıkma kararımız vardı bir arkadaşımla. Mehmet çocukları alıp kayınvaldeme gidecekti. İş çıkışı eve gidip üstümü değiştim, direniş çantamızı aldım ve buluştuk arkadaşımla. Kurabiyeler yapmıştı, kitaplar toplamıştı evden Kuğulu kütüphanesi için. Kuğulu Parka vardığımızda inanılmaz bir kalabalıkla karşılaştık, heryer pankart ve dövizlerle süslenmişti, bazı yerlerde çadırlar vardı ve pırıl pırıl insanlar doldurmuştu parkın her köşesini. Herkesin yüzü gülüyordu, heyecanı belli oluyordu; baskıcı politikalara karşı sokağa döküldükleri için, belki ilk defa ses çıkardıkları için, çıkan seslerinin hiç de cılız olmadığını farkettikleri için, her türlü kesimden insanın ortak paydada buluşmasına tanıklık ettikleri için heyecanlı mutlu ve umutluydu insanlar.







Kandil günüydü asıl. Tüm gün çağrılar yapıldı, alkol alınmasın, sakince toplanalım, kandile saygılı olalım diye. Yanlış hatırlamıyorsam devletlülerden de kandilde müdahale olmayacak tarzında cümleler sarfedenler oldu.
O kalabalıkta ben bir tane elinde bira olan adam görmedim. Herkes çağrılara kulak vermişti, panayır yeri gibiydi ortalık. Yaşlı, çoluk, çocuk..Gençler vardı ellerinde kandil simidi tepsileri, torbalarda ayran, dağıtıyorlardı millete..Ne küfür, ne parti bayrakları ne taşkınlık, ne şiddet...Sadece coşku, espirili slogan ve uyumlu bir birliktelik..hepsi bu!

Zıplayan Çapulcu from Itirsal on Vimeo.



Yağan yağmura aldırmadan zıpladık, slogan attık..Saat 20:45 civarı arkadaşım "Tunalı'ya bakalım, yürüyelim" dedi. Yürüdük, sakindi, insanlar açık dükkanlarda alışverişe devam ediyordu, dürüm dönercinin önü doluydu. "Aman" dedik, "buralar olaydan bihaber sanki..kordonda çekirdek çitler gibi millet.."

Geri, kalabalığa dönerken insanların gruplar halinde bize doğru koşmaya başladığını gördük..Anlamadık önce, müdahale mi oldu, ne oldu derken Tunus Caddesi ayırımındaki bankanın önüne gelmişiz..Gaz kokusu geldi, kaçan gruplar büyüdü, ses bombasının patlaması duyuldu. Donakaldık, ne yapalım, nereye gidelim diye düşünürken, bir grubu takip ederek Tunus'a doğru indik. Orada yine yol ayrımı vardı önümüzde; ya Tunus boyunca kaçacaktık (ve muhtemelen Kennedy'e kadar sürüklenecektik) yada Şinasi Sahnesi'nin yanından bulvara çıkacaktık. Çoğunluk Tunus'tan aşağı doğru gitmeyi seçerken, biz bulvardan bir taksi bulup gideriz diyerek merdivenlerden bulvara çıktık, Akün'in önündeyiz. Arkadaşım hemen bir taksiye atlayıp gitmemiz gerektiğini söylüyor, ben ise geri dönmek istiyorum. "Bu kadar çabuk bitmemeliydi, daha saat 21:30, hem bu kadar erken müdahale nasıl ederler, çoluk çocuk doluydu ortalık?? İnsanlar geri gönüyor, biz de mi gitsek? Hem filancalar, falancalar, x ler, y ler nerde, ne oldu onlara??" diye söylenirken...arkadaşımın, "Ay Toma geliyor, tehlikeli oldu bu iş, hay allah taksilerde yok oldu, aaa? Şu akrep buraya doğru geliyor???!" laflarını duydum ve son gördüğüm bir akrebin yavaşça bize yaklaştığı idi..sonrasında bir patlama sesi ve duman, korkudan ödüm patladı ve can havliyle kendimi arkada geçiş var sanararak geri doğru attım; baaam diye cama yapışmamla kendime geldim. Arkadaşım "Bacağıma kapsül geldi, çok acıyor, çok!" diye bağırıyordu. Biz iki kız, 10 metre ötemizde 3 en fazla 4 kişilik bir grup duruyorduk bulvarın üzerinde, o kadar...Ne kalabalık bir grup, ne bir şey...Biz ööyle "keklik" gibi bakınırken, bomboş bulvarda, bilerek, isteyerek, hesaplayarak, üzerimize nişan alarak atmıştı kapsülleri!!! Daha ne diyeyim, ne yazayım?

Toparlanıp, ama iliğimize kadar korku içinde, elele tutuşup muhteşem TEM otobanı kılıklı bulvarımızın refüjlerinden atlayarak karşıya geçtik ve bir taksi bulup içine attık kendimizi...Ancak, arkadaşımın arabasını bıraktığımız yere gelip taksiden indiğimizde bacağına bakabildik. Kapsül yerden sekip çarptığı ve diz kapağına gelmediği için şanslıydı..Ben sadece burun kemiği ve alnımın sızısıyla kaldığım için daha da şanslı..


Kalabalığın daha içinde olan arkadaşlarımla sonradan konuştuğumda, ne hikayeler geldi..Tuttuğu kandil simidi tepsisine olanca gücüyle düşen kapsül mü istersiniz, kalabalığın Kıtır'ın koridoruna sıkışıp altalta üstüste ezilmelerine ramak kalan insanlar mı?

Hala, "gezici"leri şiddet ile suçlayan, işin bu raddeye "gözü dönmüş" çapulcular yüzünden geldiğini savunan, "e poliste kendini savunmalı dimi yani?" diye ezbere, bilmeden, görmeden konuşan bir dolu yandaş görüyorum, duyuyorum. Sadece benim yaşadığım bu gece ne kadar basit bir örnek aslında işin özünü görmek isteyene..

Bugüne dair son olarak..Hiç gülmedik mi? Güldük!! Sonradan sloganımız olan arkadaşımın "O son taksiye binecektik Itırrr!!!" cümlesine ve benim Akün'ün camlarına çotanak diye yapışmama!! :)

7 Ağustos 2013 Çarşamba

Gezi notları - 3: "Bu gece ben çıkıyorum, nokta!"

Intro için TIK
1.bölüm için TIK
2.bölüm için TIK

3 haziran pazar

Penguen belgeselinin yayınlandığı gün. Tüm gün Ömer'lerde takıldık, çocuklardan fırsat bulabildiğimiz kadarıyla takipteyiz. Penguen belgeselini ağzımız açık gördük. Yandaş medyanın tahminimizden de yandaş olduğunu farkederek, kaypaklaşma potansiyellerini görerek sinirleniyoruz..
Akşama bir arkadaşlarımıza davetliyiz. Oğullarının doğungününü kutlayacağız. Gece çıkmayı planlıyorum, kararlıyım. Yemek esnasında konumuz hep olaylar. Saat 21:00 civarı tencere tava başlıyor. Çocuklarla katılıyoruz balkondan. Arda çok rahatsız olup içerde kalmayı yeğliyor, onların oğlan da. Biz 4 kız başlıyoruz; "tencere tava hep aynı hava!" Arkadaşların balkonunda bir pankart asılı: "Marjinal değiliz! Diren Gezi"


Yemeğin sonlarında arkadaşımın eşi ile çıkma kararı alıyoruz, o sırada abim arıyor: "Itır, bütün gün Kızılay'daydım, durum pek iç açıcı değil. Çok sert girişiyor polis. Kızılay'da insan kalmadı resmen, çok yorgunum ben dönüyorum, sen de çıkma!"

Bir yandan sanki bir filmdeymişim gibi hissediyorum. Sanki bu olanlar gerçek değil. İnsanlar direniyor, polisle çatışıyor, meydanlarda inanılmaz olaylar oluyor, her ne kadar belli bir kesim bunu anlamak istemese de insanlar hak ve özgürlüklerini istiyorlar. Şimdiye kadar susmuş apolitik gençlik çatır çatır tepki koyuyor! Bir yandan da destek vermek, bir parçası olmak istiyorum, ama garip bir bilinmezlik ve korku hissiyle çaktırmasam da bildiğin tırsıyorum.

Eve dönerken sokaklara dökülmüş bayraklı, tencere-tavalı insanlar vardı yol boyu, kornalar, sloganlar..Hepsine korna çalarak eşlik ettik. Arda ve Aylin şaşkın. Yol boyu konvoylar oluştu, sırtına bayrağını bağlayan sokağa koşmuştu. Kuğulu parkın ordan dolanıp bir bakalım dedik; mahşer yeri gibiydi. "Tamam" dedim, "çıkacağım!!" Kızılay' a gidemesem de bu kalabalığa karışmam lazım!

Bebeleri uyutup, direniş çantasını kaptığım gibi çıktım. Çıkmadan da kullanıp kullanmayacağım meçhul gaz maskesi ile bir poz çektim kendi kendime.



E. motorla aldı beni, heyecandan küt küt atan kalbimle, "gaz olursa lenslerimi hemen çıkarıp atmalıyım" diye kendime ara ara hatırlatarak Kuğulu Parka geldik. Ali'yle buluştuk, çok yorgundu, biraz gidip dinleneyim sonra yine çıkarım belki dedi. Tesadüfen Esra ile karşılaştık, kucaklaştık, yoldan gelmiş, inzivaya çekildikleri kampta hiç birşeyden haberleri olmadığı için şok içinde algılamaya çalışıyordu! Pınar ile buluştuk ve Tunalı'ya geçtik.

Bir müddet bu kalabalıkla durduktan sonra, aşşağı doğru yürüyelim dedik, Kızılay tarafına giden gruplar vardı. Bestekar ayrımına geldiğimizde E. geri döndürdü bizi, dönmemizle muhtemelen Kennedy veya Bestekar'da atılan gazlar rüzgarla geldi ve başladık yanmaya. İlk gazım. Doğrudan yemesem de nasıl birşey olduğunu anlamama yetti. Lensleri fırlatıp attım. Mehmet'in hazırladığı talcidli suyu sıktık, yoldan geçenlerden isteyenlere de sıktım. Kuğulu park hizzasından bulvara çıktık. Kalabalıktı, barikatlar kurulmuştu, şu ateş barikatının gerisine giden yoktu..Gerisi "Gotham City" gibi görünüyordu.



Uzun bir zaman orda durduk, bir ara direnişçilerin Kuğulu Park'taki kuğuları "öldürdüğü" haberi dolaştı facebookta. Hemen gidip olay yerinde inceledik. Yalan dolan bilgi kirliliğine güzel bir örnekti bu, kimsenin kuğulara ellediği yoktu, gazdan etkilenmesin diye bakıcıları kuğuları barınağa götürmeye hazırlanıyorlardı.

Park tarafından bulvara döndüğümüzde, kalabalığın azaldığını ve alt geçide ellere gelen her türlü şeyin "sökülerek" atıldığını gördük. Bir kız bariyerlere dayanmış, altgeçide bakıyordu. "Ne oldu, 10 dakika önce böyle değildi burası?" dedim. "Evet, bir anda oldu" dedi. "Kim yaptı peki?" dedim. "Şunlar" dedi o kalabalık gruptan kalan tek tük kişiyi göstererek.



Sonrasında bir kaç kişiyi uyarmak zorunda kaldık, gözümüzün önünde levha, pano sökmeye çalıştıkları, lambalara taş atmaya yeltendikleri için.
Saat 01:30 civarı eve döndük. Hayalkırıklığı hissettim, gürül gürül bir kalabalıkla, coşkuyla slogan atarak yürümekti hayalim/isteğim. Hem bunu gerçekleştiremediğimiz için hem de tanık olduğum vandalizmi Gezi direnişine yakıştıramadığım için üzgündüm...



6 Ağustos 2013 Salı

Gezi notları - 2 "Koca yolu bekleyen karılar"

Giriş - Intro için TIK
Gezi notları - 1 "Burası hangi dünya?" için TIK


1 haziran cumartesi

Sabah gözümü endişeyle açtım, kabustan uyanır gibi. Ahali uyuyordu. 3 saat uyuduğum için görünüşte zombi gibiydim ama içten bildiğin çakı. Kahvemi koyup telefonu elime aldığımda karşılaştığım bu fotoğraf karşısında hüngür hüngür ağladım. 


Biz uyurken olmuş..O insanları bulup tek tek kucaklamak istedim, İstanbul'da olmadığıma üzüldüm, gururdan göğsümün kabardığını, evet evet fiziksel olarak göğsümün, kalbimin şiştiğini hissettim.

Bugün itibarı ile maalesef ipad ve telefon hiç olmadığı kadar günlük yaşama ve çocukların gündemine girdi. Ipad kısıtlı bir şekilde sadece Arda'ya veriliyordu, o da sorduğu zaman ve genellikle Aylin yattıktan sonra, kendisi yatmadan az evvel..Benim akıllı telefonum yeniydi ve internet için kesinlikle onların yanında kullanmıyordum. Mehmet'inki zaten yarı akıllı olduğundan mütevellit telefon ve sms harici hiç kullanılmazdı. Evet, içimizdeki haber alma, paylaşma hissi o kadar kuvvetliydi ki kurallarımızı ister istemez çiğnemiş, un ufak etmiştik.

Öğlen Mehmet Arda'yı alıp çıktı, alışveriş vs. için. Abim Kızılay'da, ara ara konuşuyoruz. Aylin uykuda ben pc başındayken, yüzmeden Başak aradı, Kızılay'da feci gazlanmış, sığınmaya geldi. Aylin uyanınca Başak Kızılay'a arabasını "inşallah" almaya ve evine gitmeye, biz de Ömer'lere yollandık. 

Akşam Ali'nin tiyatrocu arkadaşlarından birinin düğünü var. Bütün aile oraya gidecek. Biz de Çise ile evde bebelerle takılıcaz. Düğün kısa kesilmiş, orada olan Behzat Ç. ekibi ile beraber ailemizin erkekleri ve Amerika'dan ayağının tozuyla gelmiş olan kuzen Elif Kızılay'a gittiler. Biz evde takip halindeyiz. Çocuklar uyudu, orda kalmaya karar verdik. 24:30 civarı Elif eve döndü ve bize telefonda kalabalığı, nasıl müdahale olduğunu, nasıl gaz yediklerini anlattı. Yorulmuştu ve kızgındı..Doğduğundan beri Amerika'da yaşadığı için, her ne kadar her yaz gelse de, her ne kadar gönülleri buradan kopuk olmasa da aslında bu ülke gerçeklerinden uzaktı, o yüzden onun için iyice ağır bir olaydı bence. Gurur duydum ben onunla, facebook una çok güzel mesajlar yazdı, Amerika'daki arkadaşlarını haberdar etti, olayları yaydı, bizzat yaşamak istedi ve sokağa çıkmaktan korkmadı!

Bu arada evde sadece takip ederek iyice şişen ben, artık sokağa çıkmak istiyorum, bir sonraki gün için facebooktan arkadaşlarımı organize etmeye çalışıyorum; "Kızlar yarın bebeleri satın kocalara, biz çıkalım, bu ne ya? Evde otur otur şiştim gari!" temalı postlarla..

Ömer 03:30 civarı döndü, yorgun ve sesi kısıktı. Biraz oturup anlattıklarını dinledikten sonra ben de yattım, dayanamadım yorgunluğa...aklım Mehmet'te.

Saat 04:00 civarı geldi. Gaz kapsülünü geri yollarken başparmağı yanmış, su toplamış, sesi kısılmştı..Direniş çantamız ise o gece zenginleşmişti...

Not: Gaz maskesi Mehmet'in adını vermeyeyim, büyük bir otelde çalışan bir arkadaşının gaz yemekten usanıp "Ehh yetti be!" diyerek otelin stoklarından hem kendisine hem Mehmet'e aldığı maske. Otellerde herhalde yangın vs için tutuluyorlar.

5 Ağustos 2013 Pazartesi

Gezi notları -1 "Burası hangi dünya?"

Önce Introyu okumak için..TIK

Gezi parkında olanlardan Blogcuanne'nin Instagramda paylaştığı bir fotoğraf ve altındaki yorumu ile haberim oldu, tarih yanılmıyorsam 28 Mayıs'tı. Küçük bir grupla başlayıp, gün geçtikçe kalabalıklaşmaya başlayan, polise kafa tutan, dozerlerin önünü kesmeye çalışan insanların haberlerini heyecanla, umutla takip etmeye başladım. Bu insanların sabah sabah daha gözünü açmadan karşılaştıkları polis şiddetini ise içimde büyüyen öfke ile. 

31 Mayıs günü Aylin'in doğumgününü evde kalabalık ailemiz ile kutlamayı planlamıştık. Gündüz izinliydim ve hazırlıklar için koşturdum, elimde telefon sürekli takipte. Bir gün önce okunan basın bildirisinde tane tane anlatılmaya çalışan sebepler yüzünden, yani haklarımıza, özgürlüklerimize müdahale edildiği için, nasıl yaşamamız gerektiği dikte ettirildiği için, yaşam alanlarımıza "ayakkabılarla", izinsiz, destursuz girildiği için, ciddiye alınmadığımız için birikiyordu insanlar orada; "Artık yeter!" demek için ve kimse hiç birşeye zarar vermiyordu. Pasif bir direniş isteniyordu ancak insanlar sürekli hırpalanıyordu.



Akşam doğumgünü başladı. Terasımızda maaile, yiyerek içerek kutladık Aylin kızın 2. yaşını. Ancak akıllar, sohbetler dönüp dolaşıp Gezi'ye geliyordu. Ellerde cep telefonları haberler takip ediliyordu. Bir ara Aylin isimli bir kızın öldüğü haberini okudum facebookda. Kahroldum. Biz Aylin'in doğumgününü kutlarken başka bir Aylin'in bu olaylarda hayatını yitirmiş olabilmesi ihtimali bile beni mahvetti. Neyseki doğru değilmiş. Akşam 10:30 gibi çoğunluk gitmişti. Aylin kız uyumuş, kalanlar ve Arda ile içeri girmiştik. Kahve içerken Arda Binnur teyzenin kucağında sırtı kaşınarak uykuya teslim olmak üzereydi. Açtık Halk TV yi. Artık herkes haber almak istiyordu. Görüntüler dehşet vericiydi, Arda'nın görmesini istemedim, baktım uyukluyor, dert etmedim. Sadece bir an kafasını kaldırıp  baktığında,gördüğü manzara karşısında "Burası hangi dünya?" diye sordu ve kafayı tekrar koyup uyuklamaya devam etti.

24:00 sularında herkes gitti, ben mutfağı toplamaya başladım. Gidip geliyorum, gözüm TV de, elim telefonda. Mehmet de aynı şekilde. Saat 01:00 de işim bittiğinde oturdum, biraz daha baktım televizyona ve ağzımdan döküldü: "Mehmet, çıkmayacak mısın?"
"Çıkıcam galiba" dedi. Sanırım yanında biri olsun istiyordu, neyle karşılaşacağını bilemiyordu.
Derken pat diye Ali'den (Memo'nun küçük kardeş) telefon geldi. "Ben Kuğulu'dayım, Kızılay'a doğru yürüyeceğiz, çok kalabalık, istersen gel."
Bunun üzerine hemen, daha sonra zenginleştireceğimiz, "direniş çantası" nı hazırladım. Limon, gözlük, havlu. (neden havlu bilmiyorum) Fularını boynuna takıp, çantayı sırta takıp gitti, kapıdan uğurlarken "Habersiz bırakmayın beni, bol foto gönderin, iletişimi kesmeyin, çok da geç kalmayın..!" diye tembihledim.


Oturdum haber beklemeye, hop oturup hop kalkmaya..Ara ara onlardan gelen mesaj ve fotolar ve tv/sosyal medyada takip ettiklerim ile çok acayip bir ruh haline büründüm. Nasıl tarif edeceğimi halen bilememekle beraber; coşku, mutluluk, heyecan, gurur, üzüntü, öfke, endişe..karmakarışık, zaman zaman kalbimi küt küt çarptıran, zaman zaman burnumu sızlatıp akabinde gözlerimi nemlendiren bir kaos diyelim..

Mehmet 04:30 civarı geldi. 05:00 gibi yatabildik..Uyumak, gözleri kapatmak ne mümkün...

Gezi notları - Intro

INTRO:

Son yazının üzerinden iki ay geçti uğramadım buralara, ne kendi sayfama ne de takip ettiklerime. Demin giriş yaparken yanlış şifre bile girdim, kafamda uzaklara bir yerlere gitmiş blog...

31 mayısta Aylin'in doğum gününü kutlarken bir anda o kadar değişti ki gündem, o kadar karıştı ki kafam, o kadar hızlandı ki herşey..İşten güçten, bebelerden arta kalan vaktim o kadar doldu ki Gezi'yi takip etmekle, ara ara birşeyler çiziktirmek fikri aklıma gelse de, ya kafayı toparlayabileceğimden şüphe ettim yada gerçekten vakit bulamadım o hızlı takip arasında.

Günlerdir kafamda var; yaşadıklarımızı, tanıklık ettiğim(iz) anları yada sadece görüp etkilendiğim fotoğrafları, resimleri arşivlemek. Bu, son iki ay olanlar beni çok etkiledi, o yüzden burada da biraz not, bir kaç foto kalsın istedim. Tabii böyle bir yazı yazacağımı o zaman öngörüp not falan tutmadığım için düşündüğüm gibi sistemli bir şekilde yazıp, resim yükleyebilir miyim bilemiyorum ama artık aklıma geldikçe, kullandığım sosyal medya araçlarındaki postlarıma geriye doğru bakabildiğim kadarı ile şahsi bir toparlama yapmaya çalışacağım. Tamamen kendi yaşadıklarım, ruh halim..Mesaj yok, kaygı yok..

Hadi bakalım..


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...