27 Kasım 2013 Çarşamba

Doğum ayı ile favori mevsim arasında söylendiği gibi bir ilişki var mı bilemiyorum ama varsa bile, ben de tutmamış o ilişki.
Ağustos ortasında, fırın kıvamında bir günde doğmuşum ama oldum olası sonbahar, kış insanı olmuşumdur. Sıcağı hiiiç sevmem bu biiir. İkincisi, ne zaman okul bitti, uzun yaz tatilleri bitti, işte o zaman yazın tadı da kaçtı bana göre.
Gerçi bebeli hayat söz konusu olunca yazın, güzel havanın avantajları yadsınacak gibi değil tabii ancak sonbaharın kışın, soğuğun da bambaşka keyifleri, güzellikleri var. Hastalık? evet yazın müthiş bir avantajı, öksürük, sümük, okyanus spreyi, calpol, ibufen, antibiyotik güruhundan uzak kalmak ama ne yapalım canım, gülü seven dikenine katlanır..

Bu sonbahar parka, renklere, yapraklara doyamadım! Her hafta sonu Seğmenler'e, arada bir Botanik'e giderek bol bol sonbahar manzarası seyredip, yaprak çıtırdattık, termosa doldurduğumuz kahvelerimizi içip, kozalak, yaprak vs. topladık. Bebelerden çok aslında bana terapi, aktivite oldu. Bazen Arda'yı evden çıkartmak güç olsa da, ne yaptım ne ettim, zorla götürdüm parka! ("zorla" çocuğu parka götürmek de ne absürd bir cümle oldu?!)

Şimdi Aralık geliyor, en sevdiğim ay. Geçen seneki gibi erkenden başlayamadık ama bu hafta sonu ağaç yaparak havaya gireriz diye düşünüyorum. Gerçi yulaf bey ile nasıl olacak o ağaç bilemedim? Şimdiden yerde yuvarlanan topları, didik didik edilmiş süsleri ve yolunmuş alt dalları görebiliyorum!

Bu, "ay ehihi kikiki, sonracığıma da.." temalı postun amacı nedir? Uzun zamandır yazamamanın (gezi notları hariç) pasını atmaya çalışmak, sonbahar resimlerinin blogda arşivlenmesini sağlamak ve kaldıysa 3-5 okuyucu onlara selam edip, artık yazacağımın müjdesini (!) vermek :))

Bu arada akıllı telefona geçtikten bir süre sonra ben de IG. da sekmeye başladım ve evet, dalga geçip kınadığım insanlar gibi ben de elimde annemin " emzik" tabir ettiği şekilde telefonla yaşamaktayım! Kağrolsun bağzı teknolociler ve kurbanlarını yaratan sistem!
Neyse beklerim efenim: @itirsal

Son olarak da foto şipşak..Sonbahar fonunda bebeler teması :)



Yerdekiler yetmedi, az daha yaprak düşürelim!




3 cüceler sopadan olta ile yaprak tutarken



Park ganimeti ile süslemece, dekorasyon yapmaca



Çok büyüdü be bu Toti?!! (sulugöz anne hem güler hem gözler yaşarır)


4 Kasım 2013 Pazartesi

Gezi notları - 6 ve son "Boyun eğme-Yalan söyleme"

Araya uzun süre girince serinin son postunu yazacak şevkim kalmadı ama öte yandan da bu son notu yazıp seriyi bitirmezsem yeni yazılar ekleyemeyecekmişim gibi bir batıl yaptım kendi kendime..Artık kısa kısa da olsa yazmak istiyorum bloga. Kendimle ilgili, çocuklarla ilgili, kafamı meşgul edenlerle, gündemle ilgili..O yüzden "gezi notları" bitmeli ki ben de başladığım bir işi bitirmenin ferahlığı ile yeni yazılar yazabileyim..

Son not, medyaya karşı kendimizce yaptığımız eylem ile ilgili. Büyük çaplı, ses getiren bir eylem değildi, bir avuç insan niyetlendik, kısa sürede organize olduk ve eylemimizi yaptık. Ancak benim içime çok sindi. Kendi kendime, inandığım bir işi yapmaktan, tavrımı koymaktan dolayı mutlu ve tatmin oldum.

Arkadaşım Z. işyerindeki birkaç arkadaşı ile medya protestosu yapmayı planladıklarını, çok yakınlarda yapılan ve büyük ses getiren duran adam eylemini NTV nin önünde gerçekleştireceklerini söylediğinde, bir an bile düşünmeden "Tamam" dedim, "beni de yazın!"

Medyanın takındığı 3 maymun tavrını, yandaş politikalarını, bizi yıllarca yalanlarla gücün istediği yöne yönlendirmesini, satılmış kalemleri ve anlayışı protesto edecektik. "Yarımşar yada birer saatlik periyodlar ile duracağız, kitap okuyacağız, her gelen bir sonrakini bekleyecek ve böylece tüm gün zincir yapacağız, sabahtan akşama sürekli durulmuş olacak bina önünde" dedi arkadaşım. Ben de Babun'a haber verdim.

22 Haziran cumartesi günü Çankaya'daki NTV nin önünde "durduk". Önceki gece, ne yapabiliriz dikkat çekici derken, pankart yapmak gelmişti aklıma. Bu eylemde yazılacak en anlamlı slogan "Boyun eğme" gibi gelmişti. Bence iyi de oldu.



NTV protestosu olaysız geçti. Güvenliğin şefi çay su ikram etmek istedi. Tesadüfen binanın dış yıkamasının olması ve itfaiye aracı gibi bir aletin olanca gücüyle çalışması bence biraz gölgede bıraktı bizi. Ben öğlen ayrılırken Behzat Ç. ekibi geliyordu, ya çekim ya röportaj için. Akşamüstü bekleyenlere içerden "Dağılsınlar artık" müdahalesi olunca ekip bizimkilere sahip çıkmış hatta çok güneşte kalanlara şemsiye tutmuş.




Akşam konuşurken, Z.'ye "Neden CNNTürk önünde de yapmıyoruz?" dedim. Böylece sonraki cumartesi için organize olduk.

29 haziran cumartesi CNN Türk'deydik. Z. ile beraber gittik. Arka arkaya ilk nöbetleri almıştık. Katılımcılar saatleri ile belliydi ancak onun dışında eşten dosttan, sosyal medyadaki "arkadaşlar"dan durmasalar da destek olmalarını istedik. T. bizim saatte destek için yanımızdaydı, herşey bir yana 2 kızı Eskişehir yolunda yanlız eylem yaparken bırakmaya gönlü razı olmamıştı! :) Tam Z. durmayı bitirmiş ben yerimi almışken, sivil bir polis geldi. Kenarda oturan Z. ve T. ile konuşmaya başladı. Sapsarışın T. ye "dış mihrak" muamelesi yapması hayli gülünçtü. Kimlik numaralarımızı istemiş, daha sonra bakmış kendi çapımızda, gayet barışcıl, gayet pasif bir direniş sergiliyoruz, yani "zararsızız", yırtmış atmış kimlik no.larının yazılı olduğu kağıdı. Giderken put gibi duran bana da "kolay gelsin" demeyi ihmal etmedi. Bu olay dışında günün geri kalanı olaysız geçti. Ancaaak, bizden "tırsıp" polis çağıran CNN Türk, penguen gösteriminden sonra yine 10 tam puanı aldı bence bu hareketi ile..

Ana akım medya, büyük holdingler, "güç"ün temsilcileri, paranın sözcüleri, politikacıların kuklaları...Artık size inanmıyorum! Boyun eğmeyin, Yalan söylemeyin!!!






22 Ağustos 2013 Perşembe

Gezi notları - 5 "Çapulcular havuzda"

Intro için TIK
1. bölüm TIK
2. bölüm TIK
3. bölüm TIK
4. bölüm TIK

7 haziran cuma

Haftasonu Marmaris'te Masterlar Bahar Kupası, Çağla Özgen'i anma Yarışları yüzülecek. Hayatının 20 yılını kansere direnerek geçiren, bu pis hastalığa rağmen hiç bir zaman yüzünden gülümsemesini eksik etmeyen, yüzmesini, sporunu ihmal etmeyen, birçoklarının cesaret bile edemeyeceği boğaz maratonlarına her türlü sağlık sorunlarına karşı katılıp, yine bir çoklarının tamamlayamadığı yarışı alnının akıyla bitirebilen, kendiyle barışık, sporcu ruhlu, iyi bir takım arkadaşı, pek keyifli bir insandı Çağla.

Bir yandan hiç tadımız tuzumuz yoktu, Ankara'da olaylar hızla devam ederken kimsenin Marmaris'e gidesi yoktu, öte yandan da Federasyon izni ile Çağlamızın adını verdiğimiz bu yarışa gitmememiz, çocukluk arkadaşımızı yanlız bırakmamız düşünülemezdi bile..

Yola çıkmadan bir gün önce içimde bir şeyler yapma isteği vardı..Yaşamakta olduğumuz olağan dışı durumu yanımda götürmek, tepkimi göstermek istiyordum. Bilsin insanlar istiyordum, düşüncemi, tavrımı, desteğimi. Bir pankart hazırlamak geçti aklımdan. Esra'yla konuştuk ve karar verdik. Bir pankartımız olacaktı, yanımızda bizimle gezecek, Gezi ruhunu bizimle taşıyacak..Heyecanımızı, öfkemizi, umudumuzu içimizde tutamıyorduk.

Günlerin yorgunluğu, uykusuzluğu, çocuklar yattıktan sonra başladığım valiz hazırlıklarının 01:00 de bitmiş olması, göz kapaklarımın dayanılmaz ağırlığı koca bir çarşafı yere yayıp kumaş kalemleriyle işe koyulmama engel olmadı! Memo'nun da yardımlarıyla bir yandan HalkTv seyredip twitter takip ederek pankartımızı bitirdik!

Uçakta pankartı gören hosteslerden birisi, yemek servisi sırasında bizim sıraya eğilerek "İsterseniz kabinin en başına gidip açabilirsiniz pankartı, yanlız benden duymadınız" dedi göz kırptı. En başa gitmeye cesaret edemedik. Alabileceğimiz olası tepkiden ziyade olası tepkisizlik korkuttu beni ne yalan söyleyeyim. Bir de garip bir his, uçak içinde sadece pankart bile açmak olsa insan tırsıyor eylem yapmaya, değişik bir hal sergilemeye. Antrenörümüzün de haklı olarak, bizi koruma içgüdüsü ile "Boşverin" demesi üzerine olduğumuz yerde açtık biz de..Arkadan gelen destek alkışları üzerine yerimizden biraz daha kalkarak, pankartı biraz daha yükselterek..



Uçaktan inerken hostesimiz ellerimizi sımsıkı sıktı, gülümseyerek, "Yarın dönüyorum, Tunalı'da görüşmek dileğiyle!" dedi. 

Yarışların ilk günü, tribünde pankart elimizde ne yapsak diye bakınırken, havuz yada federasyon görevlilerinden biri "Asın bunu!" dedi, gitti, bize ip buldu, çarşafın dört bir yanına delik deldi, ipleri geçirdi, asmamıza yardım etti. Akşam üstü seansının ortasına kadar asılı kalan pankart yarışları izlemek için orada olan Federasyon Başkanının talimatı ile indirtildi...


Ama o kadar zaman boyunca bir dolu fotoğrafı çekildi, alkış ve övgü aldı. El emeği göz nuru pankartımız halen şu an terasımızda asılı, solmuş renklerine aldırmadan balkon demirlerinde güneşe direnmeye devam ediyor. :)


14 Ağustos 2013 Çarşamba

Gezi notları - 4 "Mübarek kandilde vur bizi!"

5 haziran çarşamba

Direniş tüm hızıyla sürüyor. Akıllara ziyan mizah üreten orantısız zekalar öfkemizi zaman zaman azaltıp yüzümüzde kocaman gülümsemeler yaratıyor. Ancak arada gülümsesek bile, içimiz kan ağlıyor. 2 genç hayatını yitirdi bile. Polis şiddeti olanca hızıyla devam ediyor. Gözünü kaybedenler, dayak yiyenler, Kordon'da durduk yerde saçından sürüklenenler, cop yiyenler..Sosyal medya koptu gitti, telefonların şarjları dayanmıyor, tek kanalımız halktv oldu, bebeler yatınca hemen açılıyor. Öğlen tatillerimi Kuğulu Park'ta geçiriyorum, ortamı kolaçan etmek, duvar yazılarını okumak hoşuma gidiyor.


Gündüz grev vardı, Kızılay olaylıydı, iş yerinde tüm gün tepemizde helikopterler uçtu. Sinir bozucuydu. Akşam çıkma kararımız vardı bir arkadaşımla. Mehmet çocukları alıp kayınvaldeme gidecekti. İş çıkışı eve gidip üstümü değiştim, direniş çantamızı aldım ve buluştuk arkadaşımla. Kurabiyeler yapmıştı, kitaplar toplamıştı evden Kuğulu kütüphanesi için. Kuğulu Parka vardığımızda inanılmaz bir kalabalıkla karşılaştık, heryer pankart ve dövizlerle süslenmişti, bazı yerlerde çadırlar vardı ve pırıl pırıl insanlar doldurmuştu parkın her köşesini. Herkesin yüzü gülüyordu, heyecanı belli oluyordu; baskıcı politikalara karşı sokağa döküldükleri için, belki ilk defa ses çıkardıkları için, çıkan seslerinin hiç de cılız olmadığını farkettikleri için, her türlü kesimden insanın ortak paydada buluşmasına tanıklık ettikleri için heyecanlı mutlu ve umutluydu insanlar.







Kandil günüydü asıl. Tüm gün çağrılar yapıldı, alkol alınmasın, sakince toplanalım, kandile saygılı olalım diye. Yanlış hatırlamıyorsam devletlülerden de kandilde müdahale olmayacak tarzında cümleler sarfedenler oldu.
O kalabalıkta ben bir tane elinde bira olan adam görmedim. Herkes çağrılara kulak vermişti, panayır yeri gibiydi ortalık. Yaşlı, çoluk, çocuk..Gençler vardı ellerinde kandil simidi tepsileri, torbalarda ayran, dağıtıyorlardı millete..Ne küfür, ne parti bayrakları ne taşkınlık, ne şiddet...Sadece coşku, espirili slogan ve uyumlu bir birliktelik..hepsi bu!

Zıplayan Çapulcu from Itirsal on Vimeo.



Yağan yağmura aldırmadan zıpladık, slogan attık..Saat 20:45 civarı arkadaşım "Tunalı'ya bakalım, yürüyelim" dedi. Yürüdük, sakindi, insanlar açık dükkanlarda alışverişe devam ediyordu, dürüm dönercinin önü doluydu. "Aman" dedik, "buralar olaydan bihaber sanki..kordonda çekirdek çitler gibi millet.."

Geri, kalabalığa dönerken insanların gruplar halinde bize doğru koşmaya başladığını gördük..Anlamadık önce, müdahale mi oldu, ne oldu derken Tunus Caddesi ayırımındaki bankanın önüne gelmişiz..Gaz kokusu geldi, kaçan gruplar büyüdü, ses bombasının patlaması duyuldu. Donakaldık, ne yapalım, nereye gidelim diye düşünürken, bir grubu takip ederek Tunus'a doğru indik. Orada yine yol ayrımı vardı önümüzde; ya Tunus boyunca kaçacaktık (ve muhtemelen Kennedy'e kadar sürüklenecektik) yada Şinasi Sahnesi'nin yanından bulvara çıkacaktık. Çoğunluk Tunus'tan aşağı doğru gitmeyi seçerken, biz bulvardan bir taksi bulup gideriz diyerek merdivenlerden bulvara çıktık, Akün'in önündeyiz. Arkadaşım hemen bir taksiye atlayıp gitmemiz gerektiğini söylüyor, ben ise geri dönmek istiyorum. "Bu kadar çabuk bitmemeliydi, daha saat 21:30, hem bu kadar erken müdahale nasıl ederler, çoluk çocuk doluydu ortalık?? İnsanlar geri gönüyor, biz de mi gitsek? Hem filancalar, falancalar, x ler, y ler nerde, ne oldu onlara??" diye söylenirken...arkadaşımın, "Ay Toma geliyor, tehlikeli oldu bu iş, hay allah taksilerde yok oldu, aaa? Şu akrep buraya doğru geliyor???!" laflarını duydum ve son gördüğüm bir akrebin yavaşça bize yaklaştığı idi..sonrasında bir patlama sesi ve duman, korkudan ödüm patladı ve can havliyle kendimi arkada geçiş var sanararak geri doğru attım; baaam diye cama yapışmamla kendime geldim. Arkadaşım "Bacağıma kapsül geldi, çok acıyor, çok!" diye bağırıyordu. Biz iki kız, 10 metre ötemizde 3 en fazla 4 kişilik bir grup duruyorduk bulvarın üzerinde, o kadar...Ne kalabalık bir grup, ne bir şey...Biz ööyle "keklik" gibi bakınırken, bomboş bulvarda, bilerek, isteyerek, hesaplayarak, üzerimize nişan alarak atmıştı kapsülleri!!! Daha ne diyeyim, ne yazayım?

Toparlanıp, ama iliğimize kadar korku içinde, elele tutuşup muhteşem TEM otobanı kılıklı bulvarımızın refüjlerinden atlayarak karşıya geçtik ve bir taksi bulup içine attık kendimizi...Ancak, arkadaşımın arabasını bıraktığımız yere gelip taksiden indiğimizde bacağına bakabildik. Kapsül yerden sekip çarptığı ve diz kapağına gelmediği için şanslıydı..Ben sadece burun kemiği ve alnımın sızısıyla kaldığım için daha da şanslı..


Kalabalığın daha içinde olan arkadaşlarımla sonradan konuştuğumda, ne hikayeler geldi..Tuttuğu kandil simidi tepsisine olanca gücüyle düşen kapsül mü istersiniz, kalabalığın Kıtır'ın koridoruna sıkışıp altalta üstüste ezilmelerine ramak kalan insanlar mı?

Hala, "gezici"leri şiddet ile suçlayan, işin bu raddeye "gözü dönmüş" çapulcular yüzünden geldiğini savunan, "e poliste kendini savunmalı dimi yani?" diye ezbere, bilmeden, görmeden konuşan bir dolu yandaş görüyorum, duyuyorum. Sadece benim yaşadığım bu gece ne kadar basit bir örnek aslında işin özünü görmek isteyene..

Bugüne dair son olarak..Hiç gülmedik mi? Güldük!! Sonradan sloganımız olan arkadaşımın "O son taksiye binecektik Itırrr!!!" cümlesine ve benim Akün'ün camlarına çotanak diye yapışmama!! :)

7 Ağustos 2013 Çarşamba

Gezi notları - 3: "Bu gece ben çıkıyorum, nokta!"

Intro için TIK
1.bölüm için TIK
2.bölüm için TIK

3 haziran pazar

Penguen belgeselinin yayınlandığı gün. Tüm gün Ömer'lerde takıldık, çocuklardan fırsat bulabildiğimiz kadarıyla takipteyiz. Penguen belgeselini ağzımız açık gördük. Yandaş medyanın tahminimizden de yandaş olduğunu farkederek, kaypaklaşma potansiyellerini görerek sinirleniyoruz..
Akşama bir arkadaşlarımıza davetliyiz. Oğullarının doğungününü kutlayacağız. Gece çıkmayı planlıyorum, kararlıyım. Yemek esnasında konumuz hep olaylar. Saat 21:00 civarı tencere tava başlıyor. Çocuklarla katılıyoruz balkondan. Arda çok rahatsız olup içerde kalmayı yeğliyor, onların oğlan da. Biz 4 kız başlıyoruz; "tencere tava hep aynı hava!" Arkadaşların balkonunda bir pankart asılı: "Marjinal değiliz! Diren Gezi"


Yemeğin sonlarında arkadaşımın eşi ile çıkma kararı alıyoruz, o sırada abim arıyor: "Itır, bütün gün Kızılay'daydım, durum pek iç açıcı değil. Çok sert girişiyor polis. Kızılay'da insan kalmadı resmen, çok yorgunum ben dönüyorum, sen de çıkma!"

Bir yandan sanki bir filmdeymişim gibi hissediyorum. Sanki bu olanlar gerçek değil. İnsanlar direniyor, polisle çatışıyor, meydanlarda inanılmaz olaylar oluyor, her ne kadar belli bir kesim bunu anlamak istemese de insanlar hak ve özgürlüklerini istiyorlar. Şimdiye kadar susmuş apolitik gençlik çatır çatır tepki koyuyor! Bir yandan da destek vermek, bir parçası olmak istiyorum, ama garip bir bilinmezlik ve korku hissiyle çaktırmasam da bildiğin tırsıyorum.

Eve dönerken sokaklara dökülmüş bayraklı, tencere-tavalı insanlar vardı yol boyu, kornalar, sloganlar..Hepsine korna çalarak eşlik ettik. Arda ve Aylin şaşkın. Yol boyu konvoylar oluştu, sırtına bayrağını bağlayan sokağa koşmuştu. Kuğulu parkın ordan dolanıp bir bakalım dedik; mahşer yeri gibiydi. "Tamam" dedim, "çıkacağım!!" Kızılay' a gidemesem de bu kalabalığa karışmam lazım!

Bebeleri uyutup, direniş çantasını kaptığım gibi çıktım. Çıkmadan da kullanıp kullanmayacağım meçhul gaz maskesi ile bir poz çektim kendi kendime.



E. motorla aldı beni, heyecandan küt küt atan kalbimle, "gaz olursa lenslerimi hemen çıkarıp atmalıyım" diye kendime ara ara hatırlatarak Kuğulu Parka geldik. Ali'yle buluştuk, çok yorgundu, biraz gidip dinleneyim sonra yine çıkarım belki dedi. Tesadüfen Esra ile karşılaştık, kucaklaştık, yoldan gelmiş, inzivaya çekildikleri kampta hiç birşeyden haberleri olmadığı için şok içinde algılamaya çalışıyordu! Pınar ile buluştuk ve Tunalı'ya geçtik.

Bir müddet bu kalabalıkla durduktan sonra, aşşağı doğru yürüyelim dedik, Kızılay tarafına giden gruplar vardı. Bestekar ayrımına geldiğimizde E. geri döndürdü bizi, dönmemizle muhtemelen Kennedy veya Bestekar'da atılan gazlar rüzgarla geldi ve başladık yanmaya. İlk gazım. Doğrudan yemesem de nasıl birşey olduğunu anlamama yetti. Lensleri fırlatıp attım. Mehmet'in hazırladığı talcidli suyu sıktık, yoldan geçenlerden isteyenlere de sıktım. Kuğulu park hizzasından bulvara çıktık. Kalabalıktı, barikatlar kurulmuştu, şu ateş barikatının gerisine giden yoktu..Gerisi "Gotham City" gibi görünüyordu.



Uzun bir zaman orda durduk, bir ara direnişçilerin Kuğulu Park'taki kuğuları "öldürdüğü" haberi dolaştı facebookta. Hemen gidip olay yerinde inceledik. Yalan dolan bilgi kirliliğine güzel bir örnekti bu, kimsenin kuğulara ellediği yoktu, gazdan etkilenmesin diye bakıcıları kuğuları barınağa götürmeye hazırlanıyorlardı.

Park tarafından bulvara döndüğümüzde, kalabalığın azaldığını ve alt geçide ellere gelen her türlü şeyin "sökülerek" atıldığını gördük. Bir kız bariyerlere dayanmış, altgeçide bakıyordu. "Ne oldu, 10 dakika önce böyle değildi burası?" dedim. "Evet, bir anda oldu" dedi. "Kim yaptı peki?" dedim. "Şunlar" dedi o kalabalık gruptan kalan tek tük kişiyi göstererek.



Sonrasında bir kaç kişiyi uyarmak zorunda kaldık, gözümüzün önünde levha, pano sökmeye çalıştıkları, lambalara taş atmaya yeltendikleri için.
Saat 01:30 civarı eve döndük. Hayalkırıklığı hissettim, gürül gürül bir kalabalıkla, coşkuyla slogan atarak yürümekti hayalim/isteğim. Hem bunu gerçekleştiremediğimiz için hem de tanık olduğum vandalizmi Gezi direnişine yakıştıramadığım için üzgündüm...



6 Ağustos 2013 Salı

Gezi notları - 2 "Koca yolu bekleyen karılar"

Giriş - Intro için TIK
Gezi notları - 1 "Burası hangi dünya?" için TIK


1 haziran cumartesi

Sabah gözümü endişeyle açtım, kabustan uyanır gibi. Ahali uyuyordu. 3 saat uyuduğum için görünüşte zombi gibiydim ama içten bildiğin çakı. Kahvemi koyup telefonu elime aldığımda karşılaştığım bu fotoğraf karşısında hüngür hüngür ağladım. 


Biz uyurken olmuş..O insanları bulup tek tek kucaklamak istedim, İstanbul'da olmadığıma üzüldüm, gururdan göğsümün kabardığını, evet evet fiziksel olarak göğsümün, kalbimin şiştiğini hissettim.

Bugün itibarı ile maalesef ipad ve telefon hiç olmadığı kadar günlük yaşama ve çocukların gündemine girdi. Ipad kısıtlı bir şekilde sadece Arda'ya veriliyordu, o da sorduğu zaman ve genellikle Aylin yattıktan sonra, kendisi yatmadan az evvel..Benim akıllı telefonum yeniydi ve internet için kesinlikle onların yanında kullanmıyordum. Mehmet'inki zaten yarı akıllı olduğundan mütevellit telefon ve sms harici hiç kullanılmazdı. Evet, içimizdeki haber alma, paylaşma hissi o kadar kuvvetliydi ki kurallarımızı ister istemez çiğnemiş, un ufak etmiştik.

Öğlen Mehmet Arda'yı alıp çıktı, alışveriş vs. için. Abim Kızılay'da, ara ara konuşuyoruz. Aylin uykuda ben pc başındayken, yüzmeden Başak aradı, Kızılay'da feci gazlanmış, sığınmaya geldi. Aylin uyanınca Başak Kızılay'a arabasını "inşallah" almaya ve evine gitmeye, biz de Ömer'lere yollandık. 

Akşam Ali'nin tiyatrocu arkadaşlarından birinin düğünü var. Bütün aile oraya gidecek. Biz de Çise ile evde bebelerle takılıcaz. Düğün kısa kesilmiş, orada olan Behzat Ç. ekibi ile beraber ailemizin erkekleri ve Amerika'dan ayağının tozuyla gelmiş olan kuzen Elif Kızılay'a gittiler. Biz evde takip halindeyiz. Çocuklar uyudu, orda kalmaya karar verdik. 24:30 civarı Elif eve döndü ve bize telefonda kalabalığı, nasıl müdahale olduğunu, nasıl gaz yediklerini anlattı. Yorulmuştu ve kızgındı..Doğduğundan beri Amerika'da yaşadığı için, her ne kadar her yaz gelse de, her ne kadar gönülleri buradan kopuk olmasa da aslında bu ülke gerçeklerinden uzaktı, o yüzden onun için iyice ağır bir olaydı bence. Gurur duydum ben onunla, facebook una çok güzel mesajlar yazdı, Amerika'daki arkadaşlarını haberdar etti, olayları yaydı, bizzat yaşamak istedi ve sokağa çıkmaktan korkmadı!

Bu arada evde sadece takip ederek iyice şişen ben, artık sokağa çıkmak istiyorum, bir sonraki gün için facebooktan arkadaşlarımı organize etmeye çalışıyorum; "Kızlar yarın bebeleri satın kocalara, biz çıkalım, bu ne ya? Evde otur otur şiştim gari!" temalı postlarla..

Ömer 03:30 civarı döndü, yorgun ve sesi kısıktı. Biraz oturup anlattıklarını dinledikten sonra ben de yattım, dayanamadım yorgunluğa...aklım Mehmet'te.

Saat 04:00 civarı geldi. Gaz kapsülünü geri yollarken başparmağı yanmış, su toplamış, sesi kısılmştı..Direniş çantamız ise o gece zenginleşmişti...

Not: Gaz maskesi Mehmet'in adını vermeyeyim, büyük bir otelde çalışan bir arkadaşının gaz yemekten usanıp "Ehh yetti be!" diyerek otelin stoklarından hem kendisine hem Mehmet'e aldığı maske. Otellerde herhalde yangın vs için tutuluyorlar.

5 Ağustos 2013 Pazartesi

Gezi notları -1 "Burası hangi dünya?"

Önce Introyu okumak için..TIK

Gezi parkında olanlardan Blogcuanne'nin Instagramda paylaştığı bir fotoğraf ve altındaki yorumu ile haberim oldu, tarih yanılmıyorsam 28 Mayıs'tı. Küçük bir grupla başlayıp, gün geçtikçe kalabalıklaşmaya başlayan, polise kafa tutan, dozerlerin önünü kesmeye çalışan insanların haberlerini heyecanla, umutla takip etmeye başladım. Bu insanların sabah sabah daha gözünü açmadan karşılaştıkları polis şiddetini ise içimde büyüyen öfke ile. 

31 Mayıs günü Aylin'in doğumgününü evde kalabalık ailemiz ile kutlamayı planlamıştık. Gündüz izinliydim ve hazırlıklar için koşturdum, elimde telefon sürekli takipte. Bir gün önce okunan basın bildirisinde tane tane anlatılmaya çalışan sebepler yüzünden, yani haklarımıza, özgürlüklerimize müdahale edildiği için, nasıl yaşamamız gerektiği dikte ettirildiği için, yaşam alanlarımıza "ayakkabılarla", izinsiz, destursuz girildiği için, ciddiye alınmadığımız için birikiyordu insanlar orada; "Artık yeter!" demek için ve kimse hiç birşeye zarar vermiyordu. Pasif bir direniş isteniyordu ancak insanlar sürekli hırpalanıyordu.



Akşam doğumgünü başladı. Terasımızda maaile, yiyerek içerek kutladık Aylin kızın 2. yaşını. Ancak akıllar, sohbetler dönüp dolaşıp Gezi'ye geliyordu. Ellerde cep telefonları haberler takip ediliyordu. Bir ara Aylin isimli bir kızın öldüğü haberini okudum facebookda. Kahroldum. Biz Aylin'in doğumgününü kutlarken başka bir Aylin'in bu olaylarda hayatını yitirmiş olabilmesi ihtimali bile beni mahvetti. Neyseki doğru değilmiş. Akşam 10:30 gibi çoğunluk gitmişti. Aylin kız uyumuş, kalanlar ve Arda ile içeri girmiştik. Kahve içerken Arda Binnur teyzenin kucağında sırtı kaşınarak uykuya teslim olmak üzereydi. Açtık Halk TV yi. Artık herkes haber almak istiyordu. Görüntüler dehşet vericiydi, Arda'nın görmesini istemedim, baktım uyukluyor, dert etmedim. Sadece bir an kafasını kaldırıp  baktığında,gördüğü manzara karşısında "Burası hangi dünya?" diye sordu ve kafayı tekrar koyup uyuklamaya devam etti.

24:00 sularında herkes gitti, ben mutfağı toplamaya başladım. Gidip geliyorum, gözüm TV de, elim telefonda. Mehmet de aynı şekilde. Saat 01:00 de işim bittiğinde oturdum, biraz daha baktım televizyona ve ağzımdan döküldü: "Mehmet, çıkmayacak mısın?"
"Çıkıcam galiba" dedi. Sanırım yanında biri olsun istiyordu, neyle karşılaşacağını bilemiyordu.
Derken pat diye Ali'den (Memo'nun küçük kardeş) telefon geldi. "Ben Kuğulu'dayım, Kızılay'a doğru yürüyeceğiz, çok kalabalık, istersen gel."
Bunun üzerine hemen, daha sonra zenginleştireceğimiz, "direniş çantası" nı hazırladım. Limon, gözlük, havlu. (neden havlu bilmiyorum) Fularını boynuna takıp, çantayı sırta takıp gitti, kapıdan uğurlarken "Habersiz bırakmayın beni, bol foto gönderin, iletişimi kesmeyin, çok da geç kalmayın..!" diye tembihledim.


Oturdum haber beklemeye, hop oturup hop kalkmaya..Ara ara onlardan gelen mesaj ve fotolar ve tv/sosyal medyada takip ettiklerim ile çok acayip bir ruh haline büründüm. Nasıl tarif edeceğimi halen bilememekle beraber; coşku, mutluluk, heyecan, gurur, üzüntü, öfke, endişe..karmakarışık, zaman zaman kalbimi küt küt çarptıran, zaman zaman burnumu sızlatıp akabinde gözlerimi nemlendiren bir kaos diyelim..

Mehmet 04:30 civarı geldi. 05:00 gibi yatabildik..Uyumak, gözleri kapatmak ne mümkün...

Gezi notları - Intro

INTRO:

Son yazının üzerinden iki ay geçti uğramadım buralara, ne kendi sayfama ne de takip ettiklerime. Demin giriş yaparken yanlış şifre bile girdim, kafamda uzaklara bir yerlere gitmiş blog...

31 mayısta Aylin'in doğum gününü kutlarken bir anda o kadar değişti ki gündem, o kadar karıştı ki kafam, o kadar hızlandı ki herşey..İşten güçten, bebelerden arta kalan vaktim o kadar doldu ki Gezi'yi takip etmekle, ara ara birşeyler çiziktirmek fikri aklıma gelse de, ya kafayı toparlayabileceğimden şüphe ettim yada gerçekten vakit bulamadım o hızlı takip arasında.

Günlerdir kafamda var; yaşadıklarımızı, tanıklık ettiğim(iz) anları yada sadece görüp etkilendiğim fotoğrafları, resimleri arşivlemek. Bu, son iki ay olanlar beni çok etkiledi, o yüzden burada da biraz not, bir kaç foto kalsın istedim. Tabii böyle bir yazı yazacağımı o zaman öngörüp not falan tutmadığım için düşündüğüm gibi sistemli bir şekilde yazıp, resim yükleyebilir miyim bilemiyorum ama artık aklıma geldikçe, kullandığım sosyal medya araçlarındaki postlarıma geriye doğru bakabildiğim kadarı ile şahsi bir toparlama yapmaya çalışacağım. Tamamen kendi yaşadıklarım, ruh halim..Mesaj yok, kaygı yok..

Hadi bakalım..


29 Mayıs 2013 Çarşamba

İki!


Aylin kız 2 yaşında..
Yazacak ağdalı kelimeler çıkmıyor bugün..Tek diyebileceğim çok farklı, çok eğlenceli, dolu dolu bir tecrübe yaşatıyor kendisi bize..

İyi ki doğdun Aylişka!



Ana karnından kendi kararlarını veren, herkes üşürken "havuza gireceğim" deyip (kelimelerle olmasa da beden diliyle!!) ne yapıp edip giren Aylin'e..bir kaç foto..













22 Mayıs 2013 Çarşamba

Aşk kokan mideler, mayıs sıkıntısı...

Geçen sene bayağı bir dinlemiştik Model'i arabada..Tüm albümü beğenmekle beraber en çok ilk şarkı "Buzdan şato"yu sevmiştik. Arda tekrar tekrar dinlettiriyordu şarkıyı, bazı sözleri de ezberlemişti hatta, kendince eşlik ediyordu ara ara...Tedavülden kalktı sonra cd...Derken geçen hafta yeniden arabada çalmaya başladı, bu sefer favori parça; "Değmesin ellerimiz."
Daha bir kez dinlenmişken başladı "Aşk kokan midelerin karşısında trenlerin..." diye şakımaya evde (Aşk kokan "mısralar"; mideler olmuş, "direnmeye"; tirenlere falan)


Fakat bu sefer işimiz zor, geçen seneye göre sözler itina ile dinleniyor, ezberleniyor ve soruluyor.."Neden zormuş, neden yabancı gibi öpmüş, yabancı ne demek, niye beceremedik diyo, direnmek nedir, trenlerle mi ilgilidir, bu ne biçim son diyo, ne demek istiyo, neden gözlerden korkmuş, dünyayla yüzleşmek nedir???vs vs.."

Kolaysa anlat aşkı, kalp kırıklığını, sonu gelmiş ilişkiyi, dünyayla yüzleşmeyi...

Ah ne zormuş bitsin demek
Hala severken seni
Dudaklarını öpmemek
Bir yabancı gibi

Bilirsin ayrılık konusunda
İyi değiliz ikimiz de
Bir kıvılcım yeterdi her zaman
Koşup geri dönmemize

Değmesin ellerimiz
Buluşmasın bu gözler
Yine erir gideriz
Unutulur yeminler

Biz hiç beceremedik
Sevmeyi de terk etmeyi de
Aşk kokan dudakların
Karşısında direnmeyi de

Biz hiç beceremedik
Sevmeyi de terk etmeyi de
Aşk dolu mısraların
Karşısında direnmeyi de

İşte bir kez daha
Durup karşında
Belki de son defa
Soruyorum sana

Bitti mi hikayemiz
Bu ne biçim son böyle
Değmez miydi sevgimiz
Savaşıp direnmeye

Değmesin ellerimiz
Buluşmasın bu gözler
Yine erir gideriz
Unutulur yeminler

Biz hiç beceremedik
Sevmeyi de terk etmeyi de
Kendimize sahip çıkıp
Dünyayla yüzleşmeyi de

Biz hiç beceremedik
Sevmeyi de terk etmeyi de
Korktuğumuz o gözlerin
Karşısında direnmeyi de

Bitmesin hikayemiz...

Benim ruh hali de bu becerememiş aşıklarınki gibi bu ara..Sıkıntı, huzursuzluk gırla..Sanırım bu şarkıyı her dinlediğimde hep bu dönem gelecek aklıma..Hani bir koku, bir şarkı alır götürür ya, o zamana, o duygulara...Ben de bu Mayıs ayını hatırlayacağım bu şarkıda..3 sene sonra da, 5 sene sonra da...hep "Mayıs sıkıntımı" hatırlatacak bana..Arda'nın hallerini, benim hallerimi...

Ve Arda..Bu videoyu şaşkınlıkla çektim, bu kadar iyi kaptığını bilmiyordum, arabada giderken başladı şakımaya, kaydediverdim hemen...Dedenin köy evine giderken..Arkada, bagajda köye dikilmek üzere bizimle gelen sumak ağacımız...Ve "değmesin ellerimiiizzzz..."



17 Nisan 2013 Çarşamba

Hep oturmuşum ayol?!

Haftasonunu "single mom" tadinda geçirdim.
Cumartesi gecesi yatmadan facebookda "status"um şu şekildeydi:
"Single mom haftasonunun ilk gunu uzerimden kamyon gecmis tadinda bitti, park bahce, cayir bayir, full aksiyon...yarin kim bilir nelere gebe? :))"

Gerçekten yoruldum..Ben ki 5 saatlik uykuyla zımba gibi uyanırım, erken yatmayı hiç sevmem, o gece 23:00 de bayılarak uyumuşum..Yastığa 5 kala misali..

Pazartesi sabah Memo yurtduşından döndü, ancak akşama görüşebildik ailecek..Yemek masasında sohbet, muhabbet..Hafta sonumuzu anlatıyorduk babaya. Oraya gittik, buraya gittik derken, Arda yemeğe döndüğünde Memo'ya usulca "Ay o gece üzerimden kamyon geçmiş gibiydi, çok yorulmuşum." dedim.

Arda atıldı: "Anne, hiç de değil, Seğmenlerde bankta oturdun hep, Aylin uyurken Banu'yla kaave içtin, Atlı sipor kulüpte de kulüpün sandaylelerinde oturdun..Hiç de yorulmadın!"

Eşşek sıpası!!! :)


Ne foto koysam bu posta diye bakınırken, 2010 temmuzundan "At kulübü"nde çekilmiş bu fotoları buldum. Arda 2 yaş 1 aylıkmış..Gözlerim doldu bakarken, ne kadar çok özlemişim ufaklığını Arda Toti'sinin..Sanki şimdi Aylin'i doya doya yaşıyorum ama Arda'nın bebekliği böyle bir hızlıca geçip gitmiş, tadına varamamışım gibi buruk bir his...Bir an, şu fotoların içine giriveresim geldi..Girsem de mıncırsam, sıkıştırsam, şu muhabbette beni yalancı çıkarışının hıncını hunharca öperek çıkarsam!!




istikbal göklerdedir!





Emmisiyle neşe içinde!





12 Nisan 2013 Cuma

Buketi kapmak isteyen kızlar, burayaaa!!

Bugün ofise evlilik işlemleri için genç bir çift geldi. ("Genç" yazmaya başladıysam yaşlanmış hissediyorum demektir!) Bir heyecan, bir heyecan, Aslında alacakları sadece bir evrak, daha nikaha çok var, nikahı kıyan da biz değiliz zati. Neyse, bunlardaki heyecan beni bir etkilemesin mi? Gözler ışıl ışıl, her sorumda özellikle kız havalara uçuyor, sesi civelek civelek, şakıyor. "Ah" dedim içimden, "dönmek istiyorum o günlere!!"

Şimdi çocuklar yattıktan sonra ayrı kanepelerde sosyal medyaya dalan halimiz yerine, sarmaş dolaş dvd izleyen "cicim" hallerimizi istiyorum geri :) Keramet nikahta derler, acaba bi nikah mı tazelesek bu yaz? Hem doyamamıştım gelinliğe, üzerinde dil çorbası lekeleri ile vermiştim kuru temizlemeye..Çorbacıda hala duvağımın bile takılı olduğunu söylesem? Rumeli işkembecisinde sarhoş bir gelin, duvağına kadar ful aksesuarlı! "Bari duvağı çıkar" diyen olduydu da sallamadıydım..Bu arada kuru temizlemeden çekmiş bir halde geldi gelinlik, çekmiş ve krapon kağıdı gibi olmuş. Zaten evlendiğim güne göre 8 kilo da fazlayım. Yani tazelersek diyorum nikahı, yeni gelinlik almak gerekecek! Puhahaha :)

Arda eskiden 18:30 civarı dönüyordu okuldan, garibim sona kalanlardandı. Artık 16:30 dedin mi evde. Fakat bu da daha fazla itişme, daha fazla gözyaşı olarak döndü bize. Bazı günler eve geldiğim 18:15 civarında, apartmana girdiğim anda uzaktan gelen ağlaşma yada bağırışmalar duyuyorum, "Hah!" diyorum, "bizim ev!". Yukarı çıktıkça (körolası asansörsüz apartman) her katta sesler daha bir yakınlaşıyor ve bizim 5. katta gayet kapı açıkmış gibi, canlı heyecanlı duyuyorsun haykırışları! Günlük ruh halime göre bazen koşarak olay mahalini sakinleştirmek geliyor içimden, bazen de gerisin geri topuklayıp gitmek.

Nikahı tazeliyoruz ya şimdi, aklıma şu da geldi; nikahtan sonra bir kaç gün annemlerden rica edeceğim iş dönüş saatlerinde alsınlar çocukları, hani balayı niyetine; ben de eve sakince girip, sakince üzerimi değiştireyim, sakince güzel bir müzik koyayim, sakince bir şişe şarap açıp bir kadeh alayım, sakince, şarabımı yudumlayarak yemek hazırlıklarına girişeyim. Menüde de salata, kanlı kanlı pişmiş dört parmağım kalınlığında et ve zengin bir peynir tabağı olsun mesela, bebeler dengeli beslensin diye kıymalı sebzeli, sulu tencere yemeği, bulgur pilavı, yoğurt filan değil tabii ki..Artık yemekten sonra da vur patlasın çal oynasın! :-)

Ay bizim cüceler de nedime olur sahi, şenliğe bak!? Konfeti sepetini bi o çekiştiriyo, bi bu, konfetiler havalarda, tam evet diyeceğiz Aylin'in tutanaklar tutuyor filan..Şamatanın bini bir para!!

Evet evet, ben çok tuttum bu fikri, tez Memo'ya bu konu açıla, organizasyon yapıla!!




Birinci yıl dönümü kutlamaları şenliğindeki pastamız!! (designed by Anıl Gürsoy)


27 Mart 2013 Çarşamba

7x8=?

Pazar günü bir arkadaşımın kızı bizdeydi. Mutfakta ben yemek hazırlarken Arda ile oynuyorlar, bir yandan da hep beraber sohbet ediyoruz. Derin ilkokul 3. sınıfa gidiyor. Arda'ya birşeyler öğretmekten, ablalık taslamaktan müthiş keyif alıyor. :)
Rakamlı buzdolabı mıknatısları ile oynamaya başladılar ve Derin hemen matematik konusundaki engin bilgilerini Arda ile paylaşmaya başladı. Önce, Arda’ya basit toplama soruları sordu, çoğunun cevaplarını da kendi vererek Arda’ya işin mantığını anlatmaya çalıştı, sonra hızını alamayıp çarpma işlemlerine doğru daldı. Arda; “Ne diyo bu yeeaa?” şeklinde bakınırken, Derin bana: “Haydi sor bana, 6 kere 6 kaç eder, sor!” dedi. Sordum. Derin cevabı patlattı:
6 kere 6, 36, dedemin bıyığı yolda kaldıııı!."
Vaay Derin” dedim, “biz de aynı tekerlemeyle ezberlemiştik, demek sistem hala aynı şekilde işliyor”. Bu sefer, Derin bana “Ne diyo bu yeeaa?” diye bakınırken, muhabbetten sıkılan Arda’nın çekiştirmesi ile lego oynamaya, odaya gittiler. Mutfakta bir başıma kalınca anılarım canlandı...Çarpım tablosunun önüme konduğu an geldi aklıma, sırada oturuşum, karton tablo, benim tabloya aval aval bakışım, resim gibi net hafızamda. Her sayı grubun zemini farklı pastel renkte.

1' ler ne kolay hihihi, 2' ler fena değil, 3' ler idare eder, parmak hesabına uygun, 4' ler kazıkmış yahu!, 5' lerin mantığı çok basit, hemen ezberliyorum...6' lar ile başlıyorum olaydan kopmaya, 7' lerde al basıyor resmen...

Hiç bir mantığa uyduramayıp zihnime kazıyamıyorum bu tabloyu...Çok fena sıkılıyorum ve boş veriyorum..Karşıma her çarpma işlemi geldiğinde el, ayak parmağı, allah ne verdiyse hepsini sayarak yapıyorum hesapları. Hala da bilmiyorum çarpmayı..
Sorun, sorun bana 7x8 kaç eder...bilmem??!  (56 imiş, hesap makinesi sağolsun!)

Okul yıllarım pek parlak değildi girizgahtan anlaşılacağı üzere. İlkokul yıllarımı hatırladığım zaman karnıma hala bir ağrı saplanıyor. Eylül ayı gelip çattığında, televizyonda dönen okul önlükleri reklamının cıngılını duyduğumda hissettiğim karın ağrısının aynısı. Orta-Lise yılları arkadaşlarımı sevdiğim ama yine de asla dönmek istemeyeceğim yıllar olarak kaldı beynimde. Üniversite ise üniversite dışında her bir şeye benzemesine rağmen çok güzel hatırladığım bir dönem. Ne olursa olsun azıcık da olsa adam yerine konduğun, bazı kararları almakta hasbel kader bir hürriyetinin olduğu, küme çalışmasından hallice de olsa bir araştırma, grup çalışması filan yapabildiğin bir müesseseydi ve ben bayağı da eğlenmiştim :)

Zaman zaman oturup düşünmüşümdür, "neden okulu sevemedim, neden hep vasat hatta vasatın altında, ikmallik bir öğrenci oldum, hep ittire kaktıra okudum acaba" diye. Belki kendimi yargılamam gerekir önce ama ben hep sistemi suçladım, hala daha suçlamaya devam ediyorum.

Havuz problemleri, Dandanakan savaşı, düşmanın kanını nasıl da akıtışımız, kışlar soğuk ve kar yağışlı, yazlar kurak ve sıcak, 1071, Kutluklular, meydan muharebeleri, antlaşmalar...son anda hatmettiğim kitaplar..konular..sınav ertesinde bir halt hatırlamadığım tarihler, ganimetler...

İşte bütün bunları, öğrenciliğimi, onca ezberden sonra kırıntısı kalmamış "bilgi"ler karmaşasını düşününce tekrardan MONED'i neden kurduğumuzu, neden alternatif bir sistem aradığımızı bir kez daha anımsadım...

Her bireyin farklı olduğuna inandığımız için, çocuklarımızı tornadan çıkmış, aynılaştırılmış bireyler yahut sınavdan sınava koşan yarış atları olarak değil, araştırmak isteyen, sorgulayan, ezberlemek yerine deneyimleyerek öğrenen bireyler olarak yetiştirebilelim diye, var olan sisteme alternatif yaratabilmek amacıyla, çocuklarımıza bir Montessori okulu verebilmek için kuruldu MONED.

İlkokulumuzu kurma çalışmalarımız devam ederken, neden bu sistemi benimsediğimizi anlatabilmek için, Montessori'nin çocuğa ve eğitime bakışını tanıtabilmek için bir seminer düzenledik. 7 Nisan Pazar günü saat 11:30 da, Tunalı Otel'de 6-12 yaş AMI (Association Montessori Internationale) diplomalı Montessori öğretmeni Melek Çilingir, alternatif eğitim modeli olarak Montessoriyi anlatacak.

Seminer afişinde, ilk göz ağrımız Durukan'ın resmi var. Montessorinin ayrılmaz parçası olan hands on materials mantığında, boncuklarla matematik çalışıyor. Şimdi düşünüyorum da, çarpım işlemi önüme dandik bir kağıt parçası olarak değil de rengarenk boncuklar olarak gelseydi acaba 7x8 i öğrenirken bu kadar zorlanır mıydım?

;)

Seminere katılım için lütfen afiş üzerindeki irtibat numarasını arayarak rezervasyon yaptırın, Görüşmek üzere!!


www.moned.org

MONED Facebook sayfası: http://www.facebook.com/#!/pages/MONED/604005066282208



27 Şubat 2013 Çarşamba

Ay, yazdım rahatladım vallahi!



Geçenlerde eve gelen bir arkadaşımız, buzdolabının üzerindeki fotoğraflara baktı ve "Aylin'in sadece bir fotoğrafı var?" dedi soran bir tavırla. Evet gerçekten de Arda'nın türlü fotoğrafının yanında Aylin kızın sadece 1 adet fotosu vardı..O da 3-4 aylıkken çekilmiş, aslında gayet Arda'nın bebekliği zannedilebilecek (evet üzerinde de Arda'nın eski tulumu var!) bir foto.

O gün o muhabbet üzerine kah kah kih kih ikinci çocukların düştüğü durumlar hakkında bol bol tespit yapıp güldük ama sonra kendi kendime "Yuh!" dedim, "bari otur da iki satır yaz".

Aylin'e hamileyken haftalarımı saymazdım, unuturdum, Banu'yla yogaya gidiyorduk, orda sorulunca hep Banu'nun cevabına 4 hafta ekler öyle cevap verirdim. Neden yazdım bunu? Aylin kız "şu kadarlık" oldu yazacak oldum, ay hesabını tutmadığımı farkettim, ordan şeyettirdim. Genelde "29 Mayısta 2 olacak" diye cevaplıyorum yaşı sorulduğunda. Arda'da 24 aya kadar ay hesabı tutmuş, sonrasında koyvermiştim. Bu sefer 18 den sonra koyverdim. Neyse şimdi barnak hesabı yaptım da; Şubatın 29 unda 21 aylık olacak bizim kız cüce ama bu ay da aksi gibi 28 çekiyor, 1 martta diyelim o zaman :)

21 aylık bir özet yapalım o halde..Gelişim notları kayıt altına alınsın..Hatırladığım kadarıyla:

2 ay 10 günlükken yüzüstünden sırtüstüne döndü. Bence bayağı bir erken oldu bu iş. Şaşırdığımı ve not ettiğimi hatırlıyorum. Yazlık evdeydik, uyurken yüzüstü bırakmıştım üst katta bir yatağa, 2 saat geçipte uyanmayınca şuna bir bakayım diye yukarı çıktığımda kendisini tavanı seyrederken bulmuştum. Sonrası geldi ve öyle yataklarda başı boş bırakamaz olduk.

6,5 aylık emekledi. Şimdi yazınca bu da erken geldi ama valla öyle. 7 aylık olduğu Aralık ayı sonundan fotoğraflar var elimde delil, emekleyerek yılbaşı ağacına gidip topları çekiştiriyordu. Gayet rahat desteksiz oturuyordu (bkz. son foto) Arda'nın arabalarının tekerlerini döndürmeye çalışıyordu.

11 aylık yürüdü. Ne bir video var elimde ne de belleğimde o an. Ilk Muya şahit olmuş olabilir, valla şimdi de kastım ama hiç yok ilk adımlar bende. Arda'nın ilk yürüyüşü çok net hafızamda, 15 ay beklediğimiz için mi acaba? :P

8. ay kesinkes memeyi bıraktı. 6. ayda "Yaa, bu ne yeaa?!" kıvamında burun kıvırmaya başladığı memeyi zorla, hasbel kader 8. aya kadar götürmeyi başardım. Son ay sadece uyumadan 2 fırt kıvamında geçti ve sonunda "Ehhh, yeter be kadın, zorla tıkıştırma şunu ağzıma!" dedi ve net bir şekilde bitirdi bu faslı. Hamileyken "Ay bu sefer 22 ay emziremem vallahi!" diye vit vit ötüyordum, duydu herhalde. Fakat bu sefer süt çok daha bol, kafa daha rahattı, ne yalan söyleyeyim bozuldum azcık. Bari 1 yılı görseydik dedim ama neyse bir yandan da Arda gibi emerek uyumaya alışmamasını bir kar gördüm hep.

7. ayda antibiyotik ile tanıştı. Geçen sene kış korkunç geçti. Sürekli hasta oldu. Doktorumuz: "Evde kreşe giden bir abi/abla oldu mu, bebeği de okula gidiyor sayın" dedi. Arda ilk antibiyotiğini 2,5 yaşta kullanmıştı, Aylin'e 7. ayda kısmet oldu. Yaşını da hastalıkla karşıladı, doğum gününü 39 ateşle geçirdi. Haliyle parti, pasta, cici kıyafet ve neşeli fotolar yok o güne dair.

Battaniye. Security blanket, Linus, comfort object, ne dersen de..işte o hayatımızın bir parçası olan battaniye. (bkz ilk foto) 7-8 ay arası kendi seçti, bize bu bağlanışı seyretmek düştü. Biz nereye o oraya..Uyku, öfke, üzüntü..her derde deva. Top topları okşanarak, minik rulolar yapılıp işaret parmağı içine sokularak sakinleşilir, transa geçilir. Sanırım uzun yıllar bizimle beraber olacak, 3. yedeği almalı tez zamanda..

Yemek-katı gıda. Katı gıdaya geçiş bir fecaatti. Belki bir gün yazarım, şimdi ise ehh diyeyim ve keseyim, beslenme konusu uzun ve hiç de eğlenceli değil..en azından bizim maceralar öyle değil..

Uyku. Tahtaya vuralım, detaya girmeyelim ;)

Konuşma. "Anne, baba, arda, aydede, aç, öp, büyüü, çüçüü, meme, mama"...gerisi dıgıl dıgıl!!

İşte böyleee..çok klasik bir yedi, içti, sıçtı, hanimiş de benim minnoşum temalı bir post oldu ama ne yapalım artık, vijdan rahatladı, üzerimden bir yük kalktı..

Asıl ilginç lakırdılar, Aylin'in şahlanarak tırmanışa geçen asabiyeti, kafasına vurulup elinden oyuncağı alınan gariban bebeden, tekme tokat, abisinin ve diğer bilumum bebenin elinden ekmeeni, oyuncağını ve dahi emziğini kapan cadoloza dönüşme hikayesi pek yakında bu blogda.





22 Ocak 2013 Salı

Alo itfaiyeden domestik ana imajına..Arda ile hoş beş

Bu ara sıklıkla çocuklarla yanlızım..Memo iş seyahatlerinde..Tek çocukluyken biraz tırsardım yanlız kalmaya, şimdi kendimi on kaplan gücünde hissediyorum...Bir de bu durumdan keyif alıyorum..Olaya tek başıma hakim olmaktan, tek ses-tek otorite olmaktan, cüceler uyuduktan sonra tek başıma keyif çatmaktan...
Tabii şimdi böyle yazınca içime kaçan annane hemen kıpırdandı; "Allah eksikliğini göstermesin de, kör olmayasıca!" 
Ben de "Ya tabi canımm, ama arada bir hani iş olsun, sağlık olsun da fena olmuyor yaauuu!" diye günah çıkarttım hemencecik! :)

Ha bu arada bu yazdıklarım da her şey çiçek gibi gidiyor anlamına gelmesin, daha yeni kafamda "Yapamıyorum ulan, niye herkesin bebeleri gül gibi oynayıp geçiniyor da bizimkiler sürekli itişme, haykırışmaca ve gözyaşı halindeler?" temalı postlar uçuşuyordu..Yakındır, yakın!

Neyse, bu akşam sofradayız, Arda lokum gibi, sofraya oturmadan hafif bir hırlaştıysak da (yemekte karnıbahar vardı zira) çabuk toparladık. Normalde okulu hiç anlatmaz, şakıdı resmen, ben mest; sordukça soruyorum. Okulda bu ara tehlike anında neler yapılır gibi konular işliyorlar. Başladı anlatmaya:

"Yangın çıkarsa hemen itfaiyeyi aramak lazım, ama panik olmadan, sakince. Panik olursak ayaklarimiz dolanabilir, düşebiliriz, hem okşicen aşşağıda olduğu için yürümemeliyiz, sürünsek daha iyi olur..."
Ben: "Peki telefona ulaştın, hangi numarayı arayacaksın?"
Arda: "Tam hatırlamıyorum, 1-1-0 olabilir mi?"
(Gerçekten bilmiyordum, embesil gibi ee sanırım gibi bişeyler dedim..Sonra merak ettim, araştırdım..Evet doğruymuş, Hz. Gugıl doğruladı!)

Sonra ambulans çağırmaya geldi konu:
- "Peki numarayı çevirdin, karşıdan Alo dediler, ne diyeceksin?"
- "Aloo? Merhabaaa! (Gayet melodik bir ton) Ben hastayım da, karnım ağrıyor olabilir, sanırım azcık da öksrüyorum, öhhööö! Onun için bir ambulans yollayabilir misiniz lüsen? Yok, hatta iki tane yollayın, her yerim hasta!"
- "Adres sorarsa ne diyeceksin?"
- "Çiftlikteyim ben, tavuklar, horozlar var..Gelin siz de seversiniz!"
:-)

Sonra laf döndü dolaştı, konu "Niye Aylin yavaş büyüyor? Ben de mi bu kadar yavaş büyüdüm, ben de onun kadarken evde mi kalıyordum? Neden şimdi de evde kalamıyorum, Neden her gün okul var?" cephesine geldi. Ben de en empatik şekillerde girizgah yapıp, hergün evde aynı oyuncaklarla sıkılacağına gelmiştim ki diyalog şu şekil gelişti:

"Aylin'in oyuncakları sıkıcı dimi anne?"
"Ona göre değil Arda'cım, sen de onun kadarken oynuyordun ve çok seviyordun o oyuncakları, insanın zevki her yaşta değişir....bla bla...mesela ben şimdi oturup kendi kendime oyuncak oynamıyorum değil mi? Sizinle vakit geçirirken oynuyorum.."
"Sen ne yaparsın peki kendi kendine?
"Kitap okuruuuum, mesela.."
"Mesela bulaşık yıkarsın, tezgah silersin, salonu toplarsııınnn..."
:-(

Bunun üzerine işe koştum kendisini...


Not:
1- Aylin'i yatırdıktan sonra bazı konuları tekrar gözden geçirdik..Ne olur ne olmaz..
Vücudumuzun her yeri ağrıyor diye iki ambulans istersek dalga geçiyoruz zannedebilirler gibi...Bir de tatbikat yaptık, telefonla beni aradı ve yardım çağırdı, sırasıyla ambulans, itfaiye ve polis oldum.. Evin adresini de kısmen biliyordu, tamamen ezberledi..Ara ara hatırlatmak lazım.
2- Umarım ilerde hayal ettiği gibi bir çiftliği olur ;)




Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...