29 Aralık 2011 Perşembe

Orta parmak üzerine

Geçen gün Memo ile trafikte giderken gördüğümüz orta parmaktır beni bu yazıyı yazmaya iten..
Hakkımız olan yolu almaya çalışırken, yolu haksızca tıkayan bağyanın uyarılarımıza istinaden sürmeli gözlerini devirerek yaptığı bakış ve gösterdiği orta parmak..

Nasıl oluyor da insanlar hatalı iken bu kadar çirkefleşebiliyor? Nasıl bir altta kalmama çabası, nasıl bir yüzsüzlüktür bu?
Ben araba kullanmıyorum, ehliyetim var ama yıllardır kullanmıyorum araç..İyiki de kullanmıyorum..

Fevri ve gayet asabi bir insan olarak Türkiye trafik koşullarında benim direksiyon başında olmamam gerek..Akıl sağlığım için en başta..

Daha sarı yanarken arkamdan dıtlayana, tek tönde giderken girilmez yönden girip karşımda duran, birde ben hatalıymışım gibi bana horozlanana, önümüzde konvoy varken sanki çok yol alabilecekmiş gibi beni arkadan sıkıştırana çok fena dalabilirdim şayet araba kullansam...

Peki neden bu insanlar hiç dönüpte "hatalı mıyım?" diye düşünmezler? Nasıl daha ilk uyarıldıkları an eller havaya kalkar, böğürmeler, tükürük saçarak çemkirmeler, küfürler birbirini kovalar?
Ben araba kullanıyor olsam ve beni biri selektörle veya sözlü olarak uyarsa yerin dibine geçerim, hemen nerede hata yaptığımı algılamaya çalışırdım gibime geliyor..

Bu garip ve aşırı kendine güvenin ardında ne yatıyor?

Fazlasıyla pohpohlanmak olmasın? Hani çocukluktan itibaren ebeveynlerin yaptığı toz kondurmama, her konuda haklı görme ve çocuğun yanında onu yerlere göklere koyamama sendromu olmasın?
Tabiiki aşağılık kompleksi olduğunu da düşünüyorum bu davranışların ardında ama bu demin söylediğim konu da kesinlikle önemli.

"Çocuğunuzu etiketlemeyin, şişirmeyin" demişti Iraz.."Yanında yaptığı şeyleri olağanüstü şeylermiş gibi göstererek konuşmayın, sürekli övüp aferimlere boğmayın"... Yıllar önce annem de bahsetmişti bana bundan. Aklımda hep yer etmiştir. Oğlunun yanında onun ne kadar akıllı olduğundan, şöyle harika, böyle muhteşem olduğundan bahseden annelerden ne kadar rahatsızlık duyduğundan bahsetmişti...Lisedeydim ama her cümlesini hatırlıyorum o konuşmanın...

Çevremde çocuğu hata yaptığında hemen ört bas eden anneler var.
"Ay istemeden oldu!" (çocuk pata küte dalmıştır yanındakine) "Şaka yaptı canım,eki eki eki!"
Bu korunan velet, yerine özür dilenen, yaptığı meşrulaştırılan velet nasıl hatayı kendinde arar ki sonradan?

Neyse uzatmayayım, ben böyle toplumsal mesajlar, dersler verecek yazılar yazmaya alışık değilim..Sadece anı blogu bu..Ama o orta parmak gösteren yelloza çok öfkeliyim...Yazarak içimi dökeyim dedim..

Ana babalar..bebenizi şişirmeyin..Her daim haklı bulmayın..Varsa bir hatası anlatın ona..gerektiğinde özür dilemeyi öğretin..Öğretin ki ilerde hatası gösterildiğinde millete ana avrat dümdüz gitmesin..arkasından selektör atıldı diye adam bıçaklamasın. (Geçen sene ankara Cinnah'ta yol isteyenn Alman Elçiliği mensubu bir diplomat 4 yerinden bıçaklandı)
Kimi zaman hatalı olabileceğini öğretin ki durup bir bakmayı bilsin, hatası var mı bir düşünebilsin...Gerekiyorsa da pardon abi deyip yol verebilsin, dikiz aynasından el yordamı ile özür dilemesini bilsin..

22 Aralık 2011 Perşembe

Döktüm ortaya

Zeynep kendinle ilgili 7 gerçeği dök ortaya demiş. Dökelim, dökelim emmee biraz zor bir iş bu...Ne yazsam, kendimi nasıl analiz etsem derken aklıma buna benzer bir dürtük/sobe/mim yazmış olduğum geldi..."Burada hazır yapılmışı var!" diyecektim ama o yazının daha çok annelik-bebe minvalinde olduğunu farkederek bu sefer farklı yönlerimi yazmaya çalışacağım...

- Kendimi hala 20 lerimde sanıyorum. En küçük yaş topluluğu 80 liler gibi geliyor bana mesela. Geçen 90 lıların üniversiteye gittiğini duyduğumda ağzım açık kaldı. Zaman tünelinde bir yerlerde sıkıştım kaldım sanki..

- Hissetmediğim yaşta da göstermiyorum sanırım. Yaşımı söyleyince şaşırıyorlar. Bunda kılık kıyafet, saç baş ve hal-gidişhat büyük rol oynuyor bence. Serdeki sporculuktan da kaynaklandığını düşündüğüm bir rahat giyinme, fazla allanıp pullanmama durumu, bir hanım hanımcık olamama durumu var ki bu da insanı daha "ufak" gösteriyor.
- Kimi zaman özeniyorum aslında "kadın kadın" akranlarıma. Bazen biraz kokoş olsaydım keşke diyorum, özeniyorum takıp takıştıran, fönlü saçlarını savura savura, kaldırımları topuk sesleriyle inlete inlete yürüyen kadınlara..Ama heyhat en basit kadınsal bakım unsurlarını (manikür misal!) bile şu ara yapamayan bir pasaklı kulum şu aralar.

- Hiç bir zaman planlı programlı, hep bir B planı olan bir tip olamadım..İşler ters gidince muhakkak paniklerim.

- Akıl vermeyi pek severim. Vakıf olduğum bir konuda konuşup, birilerine yol göstermeye bayılırım. İçimde ufak bir "öğreten adam" yatıyor galiba!

- Teknolojiye hiç kafam basmaz, yenilikleri hiç takip edemem, etmeye çalışsam da anlamam, analitik beynim sıfırdır!

- Hiç bir şekilde ellerimle müdahale etmeden kulaklarımı oynatabilir, dilimi burnuma değdirebilirim!! :)

İlk 3 madde biraz birbirinin açılımı gibi oldu, kaytarmış gibi gözükebilirim, neyse artık :)
Zeynep'e teşekkür edip pırasa saçlı kuzusunu öpüyorum..
Kimseyi mimlemiyorum, isteyen yazsın!

21 Aralık 2011 Çarşamba

Nee? En uzun gece mii??

Hay bin kunduz! Bileydim bu en uzun gece hadisesini, aşı için bugünü seçer miydim?!  Bu gece mıçtık, işte o kadar!!

Aylin kız sağlık ocağını birbirine kattı..Daha bismillah tulumunu çıkarırken başlayan mızıklanma tartıya konarken hıçkırıklara dönüştü, boyu ölçülsün diye sedyeye yatırılırken "etinden et kopma" makamında devam eden ağlama aşı aşamasında tarif edemeyeceğim bir perdeye çıktı! Ama el insaf, 3 aşı da fazla değil mi birader? Ağızdan çocuk felcini de sayarsak 4 eder! Neden acaba bu 6. ayda bacaklar kevgire dönüyor? Yok mu başka bir formül? Tek şırıngaya birleştirseler mesela tüm sıvıları..

Sağlık ocakları artık çok hassas, acayip takip ediyorlar bebeleri. Arda zamanında yoktu böyle bir ilgi alaka. Dr takibine gittiğimiz özel hastane aşıları hatırlatır, bizde gider sağlık ocağında yaptırırdık o zaman. Şimdi hamilelikten itibaren acayip takip ediyor sağlık ocağı. Gerçi ben 38. haftamda işle ilgili bir rapor istemi için gittiğimde haberleri olmuştu gebeliğimden. Aile hekimimiz neden şimdiye kadar haber vermediğim konusunda biraz dokundurduktan sonra hemen takibe almıştı beni ve akabinde hemşireler sürekli arar olmuşlardı, malum doğum gecikmişti ve onlar da merak ediyorlardı. Sonrasında lohusalıkta bir kaç kez aradılar, süt nasıl, emzirme nasıl gidiyor diye sordular ve zaten hemen kilo kontrolleri ile aşılar başladı. Artık her ay, her aşı zamanı arıyor hemşiraanım. Hatta bu sefer, 6. ay aşılarını neredeyse 7. aya salladığımız için Ayla hemşiraanım ile bayağı bir telefon kankası olduk. Kadıncağız pes dedi en sonunda ve ultimatomu verdi: "Bu cumaya kadar lütfen getirin artık Aylin'i!!!"

Arda ile hiç yaşamadığımız bir hadise aşı sonrası ateş. 4. ay aşılarından sonra feci bir gece geçirdik...Bugün yapılan aşılarda 4. ayın bir kopyesi artı bonus olarak hepatit..Bu uzun gece nelere kadir göreceğiz bu akşam...

18 Aralık 2011 Pazar

Sunny sunday

Yoo, hiçde hava güneşli değildi bugün..
Ama eve gelen biri güneş gibi ısıttı içimizi..
1,5 haftadır içimi daraltan düşüncelere "kışt kışt" dedi..
Herkesin dediği gibi "herşeyde bir hayır vardır" dedirtti..

Mutluluğumun ismi bugün; "Mualla"!!

:)

11 Aralık 2011 Pazar

Yeleğimi giyerim, cingıl bels söylerim...

5 gündür düzenimiz allak bullak.
Hastalık ve bakıcının satışı aynı zamana denk gelmeseydi olmazdı zaten.

Salı akşamından beri Arda totisinin ateşi bugün ilk kez 39,5 lara dayanmadı.
Cüce 3.5 yıllık hayatının en ağır hastalığını geçiriyor.
Bugün geçmiştir artık diye boğazına bakayım dedim.
Gayet uslu "aaaaaaa" dedi ve gördüğüm manzara içimi kaldırdı.
Ey Beta, sen neymişsin be!!

Okula gidemediği için çarşambadan beri babaannede. Babası yanında her daim. 2 gece orda, 2 gece kendi evinde kaldı..Ama evdeki geceler zor geçti, sayıkladığı için, ilaç vakitlerinde ve ateşi olduğunda bağırdığı, ağladığı için Aylin uyandı, kaotik anlar yaşandı. Bir de zavallım inanılmaz horladığı için, sürekli ateş ölçtüğümüz için fena uykusuz kaldık. Bu akşam gene baba ile babaannede. Bir yandan evde olmaması kıza hastalık bulaşmasın diye işime geliyor ama diğer yandan inanılmaz özlüyorum...vede o ateşli ve bitkin hallerinde yanında olamadım diye acayip üzülüyorum!

Bugün ilk defa "çukutula" istedi..."Hah" dedik, "kendine geliyor"!
Nitekim ateş çok fırlamadı ve günlerdir ilk kez adam gibi bişeyler yedi...4 köfte!!!

Öte yandan yeni bir  bakıcı gelicek yarın...Elif abla..mı..teyze mi..bilemedim...İlk bakışta içime sindi mi? Hmm sanırım çok değil...ama bakacağız...deneme haftası..umarım iyi olur...Ama nasıl gözümde büyüyor; alışmak, alıştırmak...izin alamadığım için anneleri her gün angaje etmek..Alışkanlıklarına çok bağlı olan biri olarak bu gibi değişimlar beni fena yapıyor...Yine ayaklarım egzama oldu..kaşıntıdan ölüyorum...

Neyse yelekli türk bebesinin ecnebi işi noel ağacıyla yakınlaşması ile bitirelim...

8 Aralık 2011 Perşembe

Alma mazlumun "ah"ını...Çok pis "AH" ettim, ona göre....


Hani filimlerde olurya, güzel şeyler olur, keyifli anlar yaşanırken fonda da pek keyifli, mutlu şarkılar çalar..Sonra aniden kötü bir şey olduğu sırada, fonda çalan şarkı pikabın iğnesi pilağı cazorrt diye çizerek kesilir..İşte o hesap oldu...Şu zencefilli şekerlemeli evlerimizi yapmış, evimize getirmiş, ağacımızı kurmuş, ışıkları topları daha yeni asmıştık, tam zencefil evi ağacın altına yerleştirecekken, "amanda nasıl havaya girdik" diye şakıyacakken, bu gazla ev yapımı süs ve kartların başına oturacekken fondaki cingıl bels temalı (şu max fm de çalan güzellerden biri) şarkı cazorrt diye kesildi..

Arda'nın boğazda beta, bol ateş, artık şişmekten herhalde balon olmuş bir geniz eti...ve akşamın 22:00 ında bakıcıdan gelen "Başka iş buldum" telefonu..Fondaki müzik kesilmiş, sessizlik hakim olmuştur..Eldeki telefondan dıııt dıııt sesi yükselirken ağacın ışıkları tam gaz yanıp sönmeye devam etmektedir..

İşin en pis yanı yalanları farketmek..İstenen bazı izinlerin filan nasılda bugünleri hazırladığını farketmek..Aptal yerine konmak...İlk bakıcı bile -ki gidişi bayağı sıkıntılı olmuştu ve çok darılmıştım- bunu yapmamıştı. Birini bulana kadar beklemiş ve geleni 15 gün alıştırmıştı...

Sil baştan...bul, alıştır, güven....

Arda'ya dur bekleyelim diyene kadar oturup onunla şu evi yiyip bitirsem iyi hisseder miyimki kendimi??


1 Aralık 2011 Perşembe

Kafada uçuşanlardan bir demet

Bu aralar kafada uçuşanlar...

--Uyku meselesine kılım. Büyüğün öğle uykuları bitecek mi? Nasıl bitecek? Hafta sonu uyumayan düdük hafta içi neden uyur? Kreşte dün yaşanan arıza yaşanmadan bu dönemi nasıl atlatırız? Geceleri ne zaman kendi kendine uyuyabilecek? Neden bu alışkanlığı kazandıramadık? Kazık kadar olana dek yanında kıvrılacak mıyız? Ya kız? Onda da aynı yolda ilerlemiyor muyuz? Bir 3-4 yıl daha çekilir mi bu iş? Acaba emzik almasından cesaretle atıp yatağına gitsem mi? Mi? mi? mi??? Poff!

--Yemek meslesine kısmen kılım..Oğlan bayağı yer oldu. Değişik şeyleri yani..Okulda çoktan açılmıştı yeni tatlara ama evde maksat kıltoşluk olsun, diretiyordu...Ammavelakin aştık! Evde de kereviz, patlıcan, kurufasülye ve salata yemişliği oldu son zamanlarda. Kuzenine gittiğinde ise karnıbahar yemiş geçen gün. Seçenek sunmak çok işe yarıyor bu arada. Kereviz günü pırasa da vardı. Hangisi dedim, hiç tereddütsüz kereviz dedi ve oturdu yedi, kendi seçimi olduğu için vızıklanamadı. Fakat 3,5 yılda geldiğimiz bu noktaya diğer zat ile gelebilmek için bir 3,5 sene daha mı var sorusu ve kızın kaşıklara karşı ağız büzmedeki harika becerisi hafiften kıllandırıyor beni.

--Türkiye' nin gündeminden midemin bulandığını hissediyorum..Siyasi, sosyal herşey..Şu işim gereği gazetelere boğuldum ya, gün içinde gerçekten boğuluyormuşum gibi geliyor. Bir tane bile yüz güldüren bi b.k olmaz mı kardeşim? Şööyle İsveç, Finlandiya filan gibi yerlerde, olaysız bir memlekette yaşamak istiyorum!

--Uzaklar demişken...Çok özledim seyahat etmeyi. "Yurtdışım geldi" yani. İtalya'yı özledim çok. 2007 de gitmişim en son. Çok olmuş. Gidip kendimi yemeğe, şaraba, kahveye, cornettoya vurasım var. Anıları tazeleyesim, eski rutinleri törenle tekrar edesim var...Aslında aralık ayında en güzel Almanya oluyor, en güzel noel marketleri orda ve Avusturya'da...En iyisi aralıkta bir hafta gitmek diyeceğim ama güleyim bu isteğime bir tarafımla bari "Hohohoooo!"

--Yılın en sevdiğim zamanı geliyor. Arda çok heyecanlı bu sefer, "Ne zaman evimizi süslicez anneciiim?" diye en ballı şekliyle soruyor arada.

--Hiç dizi seyretmiyorum, ilk ve son dizim "Bir bulut olsam" idi. Çok da severek izlemiştim. Konusu, müzikleri, oyunculukları ve hızlı gitmesi sürüklemişti beni. Evet hızlılık bence türk dizilerinin en sıkıntılı yanı..Uzayan sahneler ve sünen konular beni deli ediyor. Neyse diyecektim ki..seyretmiyorum hiç dizi mizi...ama Keşanlı Ali Destanı" nı seyretmek istiyorum. Lisede kendi çapımızda oynamıştık, belki ondandır çok severim eseri. Fakat 20:00 de başlayan bir dizi için hiç şansım yok!

--Haftasonları inanılmaz bir tempoda geçiyor. Hafta içi Fatoş Hanım'a bol bol kıyak geçen Aylin hanım kızımız hafta sonu sadece minik şekerlemelerle idare ediyor, ev darmadağın oluyor, Arda haklı olarak ultra ilgi bekliyor ve evden çıkışlarımız bir felaket oluyor..Bu arada farkettimki tek dinlendiğim anlar evden cozutarak çıktıktan yada kendimizi kapı dışarı attıktan sonra diyeyim, gideceğimiz yere kadar arabada geçirdiğimiz süre...Koltuğa oturduğumuz an ağrıyan belimi gerdiriyorum, ayak bileklerim sööyle bir döndürüp, koltuğa gömülüyorum ve mel mel dışarı bakıyorum...saaddet! :)

--Arda hayatımıza girdiğinden beri komik birşey yaşıyorum bu arada..Eş dostla birlikteyken, yemek yenilirken özellikle, sofrada konuşulan konuları hiç takip edemiyordum..Ya başı ya kıçı kaçıyordu. Şimdilerde hem baş hem kıç kaçar oldu. Neyse her seferinde "Hmm, bu konu önemli, öğrenmeliyim" yada "Ay acaba bu noktaya nasıl geldiler?" diyerek konuyu kafama yazıyorum ve "Yatarken Memo'ya soriim muhakkak" diyorum ve fakat her zaman unutuyorum o kafama not ettiklerimi...Pek geri kalıyorum dost meclislerinde dönen muhabbetlerden..Size de oluyor mu?

--Evimizin dekorasyonuna taktım bunca iş arasında..Her yerini, her şeyini değiştirmek istiyorum..Hatta külliyen taşınmak istiyorum ama cesaret edemiyorum..Zaten cesaret etsemde hem taşınmanın hem de yeniden ev yapmanın ne kadar masraflı olduğundan pekala haberim olduğu için hemen def ediyorum bu düşünceleri kafamdan ama eve uyuz olmaya da devam ediyorum..

--Hormonlarım yine lohusalık ve gebelikteki gibi bu aralar, niyeyse?..Dün akşam Arda ile Cars'ı seyrederken Şimşek'in Kral'ı iterek yarışı bitirttiği sahnede ağladım!! Bu arada filmi de ne kadar bölük pörçük seyrettiğimi farkettim. Sanırım hep o "çisfilim" anlarını ev toplama veya yemek yapma fırsatı olarak kullanmışım!! :)

Bu kadar şimdilik...Arda'yı almaya kreşe gideceğim...Beni görünce çıldırıyor sevinçten :)
Bu akşam bizde pizza, şarap, salata ve akabinde yılbaşı ağacını kurmaca var...Biraz iyi hissedelim dimi ama??

30 Kasım 2011 Çarşamba

Başlık mı? Bilemedim valla ne olsun?

Sanırım Tanrı beni kaka ile sınıyor..
Herhalde bir gün kendi kendine dediki: "Ben şu kızı çocuk kakası ile sınayayım bir hele..!"

"İlk bebesi ilk başlarda yesin, içsin, güzel sıçsın ammavelakin 2 yaşına gelince yemek seçmeye başlasın, kuru kakalar yapsın, canı acıdığı için tutmaya başlasın, tuttukça iyice kabız olsun, kabız oldukça daha da tutsun, 10 gün yapamadığı olsun, ailecek buhran geçirsinler, sonunda kendilerini çocuk cerrahına atsınlar...Bir ilaç kullansınlar, basbayağı sıvı vazelin, neredeyse 1 yıla yaklaşsınlar, velet bezi attığı halde kaka mevzuunda hala problemleri olsun, zavallı çocuğun kakası olmadığı günler poposundan ilaç sızsın...Sonra bu kız ikinciyi kucağına alsın, bebek güzel güzel kaka yaparken daha ek gıdalara "tatma aşamasında" başlarken kabız olsun, gözleri faltaşı edecek kıvamda ve büyüklükte kakalar yapsın, ağlaya ağlaya, bağıra çağıra, hatta bu kakaları yaparken fissürler oluşsun, yine soluğu doktorda alsınlar, yine bir ilaç verilsin, doktor "bazı bebeklerin barsakları ek gıdaları reddeder, karşı çıkar, kısaca dengesi bozulup kafayı yer" desin, bu kız da hepten kafayı yesin..." diye bir plan yaptı sanırım...

Evet, evet...kaka ile sınanıyorum ben...

18 Kasım 2011 Cuma

Kim özgür çocuklar yetiştirmek ister?

Nadide okulumuzda eğitimci sertifika programı başlıyor. Hem de bu 3. dönemmiş. Montessori sistemine ilgi duyan, eğitimci olmak isteyen kişiler, kaçırmayın!!! Yani bizim okul diye demiyorum ama harika bir fırsat bence ;)

3. Dönem Montessori Eğitimci Eğitimi Sertifika Programı


Binbir Çiçek Çocuklar Evi (Montessori Önokul) ve Binbir Çiçek Vakfı tarafından düzenlenen “3.Dönem Montessori Yöntemi – Eğitimci Yetiştirme Kursu” (Temel Düzey) 3- 4 Aralık 2011 (Cumartesi –Pazar) tarihinde başlayacaktır.

Eğitimler Ankara’da Binbir Çiçek Çocuklar Evi Montessori Önokulunda tam donanımlı bir Montessori sınıfıda yapılacaktır. Eğitim süresi 150 saat olup eğitim sonunda tüm gereklilikleri yerine getiren katılımcılara Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) onaylı sertifika verilecektir. Eğitim takvimi aşağıda yer almaktadır. Program okul öncesinde alternatif eğitime ilgi duyan ve en az lise mezunu olan herkese açıktır. İlgilenenlerin detaylarla ilgili bilgi ve kayıt için 0 312 448 18 18 numaralı telefondan Hilal Öktem ile iletişime geçmeleri gerekmektedir.

Eğitim Tarihleri:

1. Hafta 3 - 4 Aralık 2011
2. Hafta 17 – 18 Aralık 2011
3. Hafta 14 – 15 Ocak 2012
4. Hafta 28 -29 Ocak 2012
5. Hafta 11 – 12 Şubat 2012
6. Hafta 25 – 26 Şubat 2012
7. Hafta 10 – 11 Mart 2012
8. Hafta 24 – 25 Mart 2012
9. Hafta 14 – 15 Nisan 2012
10. Hafta 28 – 29 Nisan 2012
11. Hafta 12 -13 Mayıs 2012

Bu arada, bu pazar da Iraz' ın semineri var. "2 yaş sendromu ..ve 3..ve 4..."
Ne kadar önemli ve yararlı bir konu değil mi? İnşallah bebeleri satabilirsem gideceğim, çok istiyorum. Hem Başak' ın bayıldığım tabiri ile "lanet 3 yaş"ı özümsemeye ihtiyacım var hem de 2 yaş geçti diyemeyeceğim zira evde 2 yaş olacak başka bir cüce yetişiyor!! :)

15 Kasım 2011 Salı

"Becerik" meselesi

Çok becerikli bir ananın pek beceriksiz bir kızıyım ben... Alamamışım annemdeki o "becerik" genlerinden bir tutam maalesef..
Mesela annem acayip güzel yemek yapar, eş dost bayılır "Ayça'nın yemeklerine". Sadece güzel yapmaz, mutfak üzerine okur; eskiyi, osmanlıyı, ecnebiyi, anıları, günlükleri. Sonra oturur dener, üzerine yorumunu katar, harikalar yaratır.Yada uydurur, acayip leziz birşey çıkarır ortaya. Hiç bir şeyi atmaz, kıyamaz; "Benim annanem, babaannem bana küçükken kıtlığı anlattılar" der, 1 tutam maydonoz, 1 parça ekmek, dibinde kalmış 2 parmak süt kreması. Hiç ama hiç birşeyi atmaz, ille bir işe yaratır. Onu katar, bunu çırpar ortaya birşey çıkarır o bir işe yaramayacaklardan. Sonracığıma reçel-marmelat üretiminde üzerine kimseyi tanımam. Her pazar gittiğimde bir kavanoz marmelat araklar, öyle dönerim muhakkak. Kurabiye ise hiç eksik olmazdı bizim evimizden. Beraber otururken az kurabiye kavgası yapmazdık abimle. Hep ilk piştiği gün biterdi ve biz son bir iki kurabiye için dalaşırdık...

Aşçılık konusunda zırnık benzemediğimi söylemeliyim kendisine...Çocuklar doğmadan önce daha çok yemek yapıyordum, ama her zaman zevkle değil...Çocuklardan sonra zaten iyice eziyete döndü...Misafir olunca güzel sofralar hazırlamışlığım da vardır ama ne bileyim öyle bir mutfak aşkı hiç duymadım...Eş dost gelecekse terasta oturmanın dayanılmaz hafifliği ile mangal+salata en büyük kurtarıcı bizde...Velhasıl mümkünse pişirilsin, ben oturup yiyeyim...Hayal gücüm kısıtlıdır zaten, deneysel mutfak kimya laboratuarı gibi bir tablo çizer gözümde...

Mutfağı bırakalım, gelelim biçki dikişe, elbecerisine..Şu alttaki fotolara iyice bir bakın...Fotolar ne denli net, ışığı nasıl ayarlamışım bilmiyorum, tabii ki gerçeğine bakmak gibi olmaz ama şu düğme bile dikmeyi becermeyen kulun nasılda bir gıdım becerik alamadığına dair kanıt işte!! Kursa mursa gitmeden patchwork öğrenip bana, yeğenime yorganlar yapan annecağızımın Arda Totisi için ürettiği yorgan-oyun örtüsü. Bilen bilir bu patchwork işinde şablon filan olur..Bunda şablon mablon yok..sadece hayal gücü ve el becerisi...Bu arada örtü şu sıralar Aylin hanımın en favori debelenme yeri oldu...Bayılıyor arabanın tekerini parmaklamaya, ineklere tavuklara bakmaya  :)

Neyse, netice itibarı ile hamaratlık hususunda annemden genetik miras olarak bir gram alamamışım..Bazen düşünüyorum da marmelat pişiren, nefis yemekler yapan, her daim kurabiyesi hazır olan bir anne olamayacağım benim veletlerin gözünde..Annemin tabiri ile "Beş dakkada beşiktaş" usulü 1 kek, 1 tepsi börek, en kolayından kurabiyeler yapıp sunan bir anne yerine, Livayı arayıp sipariş veren bir anne olacağım...Haa sökük dikmek gerekince ne yapacağım onu bilemiyorum...Şimdilik çaktırmadan Fatoş Hanıma havale ediyorum, yada pazarları ana evine götürüyorum :)

Kıssadan hisse: Anne, alt katımız satılık...Boşverseniz şu Ümitköy'ü de, geliverseniz şehre, kuzucuklarınızın yakınına..ha???




ağacın altında ARda ve "lülü"sü )

12 Kasım 2011 Cumartesi

İhmal mi, olacağı mı vardı?

Arda ilk defa geçen sene bu aralar antibiyotik kullanmıştı, yani 2.5 yaşına az kala. Hafif bir grip geçirirken bir anda kulak ağrısı tutmuş, doktor "otit" demiş ve ilk antibiyotiğini kullanmıştı. Sonrasında, otit yüzünden mi yoksa zaten dönemsel olarak başlayacak mıydı bilemiyorum ama burun tıkanıklığı, ağızdan nefes alması, geceleri horlaması başlamış, tüm kış sürmüştü. Mart ayında kreşe başlaması ile virutik hastalıkları artmış, geniz akıntısı hiç durmaz olmuştu. Çocuk doktorumuz geniz eti teşhisi koymak için beklemek gerektiğini, eğer yazı da bu şekilde geçirirsek KBB ye baktırmamız gerektiğini öğütlemişti. Haziran-Ağustos arasını bayağı bir rahat geçirince hafiflemiş, Eylül de yeniden aynı şikayetler başlayınca çok üstünde durmamıştık..Nasıl olsa virütik hastalıklar tetikliyordu, kalıcı bir sorun değildi...

Annemin "Şu çocuğu bir KBB ye gösterin" serzenişlerini de pek sallamamış ,"nasılolsa yazı iyi geçirdik" savının arkasına saklanmıştık. Fakat bir yandan da bu kalitesiz uyku, 80 lik dede gibi "hooorrrkk" diye nefes alıp sıçramaları canımı iyice sıkmaya başlamıştı. Bu uyuz halimizden uyanıp da bugün kendimizi Doktor Demir Abi'nin kollarına atmamızı ise okulumuz doktoru Mete Bey sağladı. Perşembe günkü tarama sonrasında beni arayıp kulakta sıvı birikmesi ve kızarıklık gördüğünü söyledi....

Hiç ummuyordum Demir'in ağzından şu cümlelerin döküleceğini;

"İki kulakta da sıvı birikmesi var, yoğun ve yapışkan bir kıvamda, işitmesi %20 civarında azalmış olabilir, geniz eti de büyük ve sıkıntı yaratıyor, zaten bu yüzden sıvı birikmesi oluyor, önlemimizi almazsak sıvı çoğalır ve ileri derecede duyma kaybına sebep olur......"

Tabiiki gayet profesyonel anlattı bu dediklerimi, böyle cin ali kıvamında değil...Arada bir dolu aklımda tutamadığım detaylar ile "nasıl oluyor da oluyor" kıvamında herşeyi anlattı ama zaten pek aklımda tutamam doktor konuşmalarını, bir de bu sefer, dedim ya beklemiyordum, dumur olmuşum, kafa gidik, hiç bir şey tutamadım aklımda.

10 gün antibiyotik ve 7 gün eşzamanlı otrivine ile tedaviyi deneyeceğiz, ama işe yaramaz ise -ki pek sanmıyorum ama yine de denemek istiyorum dedi Demir- işte o zaman ameliyat olacak Arda Totisi. Geniz eti alınacak vede kulaklara tüpçükler takılacak. Ben en çok bu tüplere takıldım. Daha duyar duymaz gözlerim doldu. Nedense kulak tüpü denince şu duyma için dışarı takılan korkunç tüpler geliyor aklıma...Biliyorum değil, "Hani mutfak pencerelerinde havalandırma için minicik delikler olur ya, onun gibi bir havalandırma boşluğu olacak" dedi Demir. Kendi kendine de atıcakmış vücut...Ne bileyim, yine de çok huzursuz oldum.

En çok "Acaba ihmalimiz var mı? Annemi dinlemedik, zamanında gelmedik" cümleleri vicdanımı, kalbimi sıktı, daralttı. Demir'e de sürekli bunu sorduk. Acaba daha önce gelsek sıvı birikmesi olmaz mıydı? İhmalimiz mi bu kadar ilerletti vs.. Demir her ne kadar "Hayır, olacağına varmış diyelim" dediyse de tatmin olmadım..Keşke geçen kış götürseydik diye diye içimi yedim...

Umarım ilaç tedavisi işe yarar...şimdilik tek temennim bu...Bir de...acaba hakikaten duymadığı için mi sürekli televizyonun dibine giriyor acaba?? :(

1 Kasım 2011 Salı

durum vaziyet

An itibarı ile ana toti nin fiziksel vaziyeti gözler önüne serile..

-Bakışların anlamını yitirmesine sebep olacak kadar düzensiz uzamış kaşlar,
-Tepede toplanmaktan iz yapmış saç güruhu,
-13 yaş civarında seyreden ortaokul ergeninin terlemiş bıyıklarından hallice dudak üstü tüyü,
-Uzun zamandır maniküre gidilemediği için etleri tırtıklanmış, tırnakları kırılmış, yüzük bile takılamaz vaziyette eller,
-Kocanınkilerle yarışabilecek uzunlukta bacak kılları...


Tiksincim....

31 Ekim 2011 Pazartesi

Serbis

Hani düdük Caillou' nun bir bölümü vardı..Keltoş cüce okul otobüsüne binmek istiyordu ama yaşı tutmuyordu, biraz mızıklanınca servis şöförü "bir soralım bakalım" diyordu, Caillou'ya sabretmesini söylüyorlardı, o da oturup otobüsün resmini çiziyordu, heyecanla bekliyordu ve ertesi sabah şöför "atla bakalım" deyince havalara uçup servisle bir tur atıyordu..Vee mutlu son..

Benzer bir durum yaşıyoruz..

Tek fark Arda efendi mızıklanmak yerine, feci bir yaygara kopartmış, istediğini alamayınca böğürmek ve kendini yerlere atmak sureti ile güzel bir temsil oynamış...Cuma günü okul çıkışında..Aslında ne zamandır istiyor "Şelom (Şenol) Bey'in serbisi" ne binmeyi. Bir kez bana denk gelmişti, sakince sormuştu ama mümkün olmamıştı, kendisi de çok üstelememişti.. Ben yoktum Cuma, Memo almaya gittiğinde olanlar olmuş...Babasına "Ben senin arabandan sıkıldım" demiş bir de..!

Hilal Hanım ve Mehmet pazartesi günü eve serbisle dönmesine karar verip, müjdeyi vermişler..

Yarın saat 5:15 de hırkamı omuzlarıma atmış, apartmanın önünde serbis yolu bekliyor olacağım..Bakalım bu tur nefsini köreltecek mi yoksa dahada coşup "Bi dahaaa" diye kopacak mı yeniden?

Not: Bugün ağaç diktik okulumuzun organizasyonu ile..Çok soğuktu ama çok keyifliydi. Biz her zamanki gibi verilen saatten yaklaşık 40 dakika geç gittiysekde bize de bir fidan bulundu! Totilerin fidanı oyun parkının hemen köşesinde bulunmaktadır..Seneye gidip hal ve gidişhat notunu vereceğim :)

Not2: İlk 2 fotodaki tatlı cücenin adı Mina. Arda'nın okuldaki son dönem favori arkadaşı :)



29 Ekim 2011 Cumartesi

5. ay biterken

Aylin'in gelişimlerini buraya hiç not etmediğimi farkettim. İkinci bebe ya, burda da nasibini aldı yavrucak..Öööyle kendi kendine büyürken anası blogda bile kendinden pek bahsetmiyor. 3. çocuk olsa, figürandan hallice olacak demekki...

Bugün tam 5 aylık oldu Aylin kız. Büyüdüğünün hakkını verircesinede son iki gündür yer hareketleri serisinde ilerleme kaydederek tırtıl gidişinde popoyu havaya dikip, dizler üzerinde anlık duruşlar sergileyerek emekleme sinyallerini verdi. Bu yer hareketleri becerilerinde sanırım Arda' ya göre daha hızlı gidiyor. Sanırım diyorum çünkü pek hatırlamıyorum Arda ne şekilde ilerlemişti bu hususta. Tek hatırladığım 7 aylık emeklediği. Bakalım Aylin kız ne zaman emekleyecek, daha mı erken yoksa hemen hemen aynı mı..Yanlız oturma konusunda galiba Arda daha hevesliydi. Tam 6 aylıkken desteksiz ve gayet löpçük gibi oturuyordu halının ortasında. Aylin daha 1 aya oturamazmış gibi geliyor, pek titrek ve nazenin geliyor gözüme..bilemedim..

Son 1 ayımız ama özellikle de son 15 gün beslenme konusunda biraz sıkıntılı geçti. İlk 2 ay gayet iyi emen ve düzenli ve yeterli kilo alan cüce, 3 ayda biraz su koydu ve ite kaka ortalamanın biraz altında kilo ile kapattı ayı. Çok dert etmedik ancak 4. ay gözle görülür bir iştah eksikliği yaşamaya başladı. Meme seansları ağlayarak kesilmeye, kısa sürmeye, biberon ise kıl olunan bir objeye dönüşmeye başladı. Ardarda gelen 2 şiddetli öksürüklü virütik hastalık da iyice limon sıkınca durum benim için can sıkıcı bir hal almaya başladı. Doktorumuz tepkilerini, motor gelişimini, keyfini oldukça yerinde bulduğu için rahat olsa da ana yüreği işte, bütün etraftaki bebeler semiz ve boğumlarda zengin olunca insan ister istemez içleniyor Kate Moss'un bebekliğine benzeyen bebesine bakıp..Hayır, acaba diyorum annem çok mu sinyal gönderdi evrene acaba ben  de bebekliğimde onun canını çokça sıkarken? Durum öyle ise ve bana benzeyen bebe isabet etti ise şansıma...s.çtık demektir zira ben ortakulda düzelmişim..pehh! Neyse, diyorum ya 2. bebede metanet tam gaz gidiyor. Yeni yeni başladığımız ek gıdadan ümitliyim. Doktorun "Belki de kaşıkla beslenmeyi sevecek çocuk, her bebek emmeyi sevmez" lafı dolaşıyor beynimde...Hadi hayırlısı..

İnsanları çok iyi tanıyor ve ayırt ediyor. Fazla görmediği insanları yabancılıyor, sanırım beyaz saçlı ve gözlüklü insanlardan biraz korkuyor. En favori kişisi ise Arda. Her durumda, zırlarken bile onu gördüğü an yüzünde güller açıyor!

Uyku ise ilk 3 aydaki şaaşalı halinden orta şeker bir kıvama geldi, geceleri uyurgezer, halusinasyon kıvamındaki kalkmalarım başladı..Hay bin kunduz! Arda' da cicim ayları daha uzun sürmüştü, 6. ayda başlamıştı beni maymun etmeye..Bu düdük 4. ayda başladı hünerlerini göstermeye...

Gerisi bildik şeyler..sürüne sürüne, döne döne ilerlemeler hatta acayip noktalara gitmeler, ayaklarını tutmaya kemirmeye çalışmalar, küvette çaf çaf suyu dövmeler, hatta karada da her zemini vurarak analiz etmeler, gülücükler, kahkahalar, sinirlenince ağzı büze büze söylenmeler...



14 Ekim 2011 Cuma

Yeni işim gerektirdiği için gazete okur oldum. İçim kalka kalka..Ne güzel bırakmıştım dünyadan haberdar olmayı..

Bu sabah yine alt üst oldum..

Kıbrıs'ta askerliğini yapan ve terhisine 1 hafta kalan er Uğur Kantar içtimaya geç kaldığı için Ceza aldı, "disko" ya kapatıldı ve öldürülesiye dövüldü. 2.5 ay komada kalan er önceki akşam öldü.

Yanında Uğur' un fotoğrafı var. Anne-babasını düşünüyorum fotoğrafa bakarken, şu bizim de geçtiğimiz yollardan geçerkenki hallerini..Koyunlarına sokup uyudukları, komik hallerine güldükleri, kakasını, yemesini, uykusunu dert ettikleri günlerini..Babasının oğluyla güreş tututğu anları, annesinin altını değiştirirken ayaklarını öpüp kokladığı anları..Her zaman yaptığım gibi empati kuruyorum, yerlerine koyuyorum kendimi..Arda' yı düşünüyorum...Deli oluyorum!

Sahi..Bilal' in sakatlığı neydi, çürüğe çıkmıştı değil mi?

İleride düzen ne olur bilinmez..Ama Arda' nın askerlik yapmaması için elimden geleni yapacağım...Vicdani redçi olursa en yakın destekçisi de ben olacağım...

Zaten böyle düşünüyordum, bugün haber ile yeniden hatırladım..o kadar...hissiyat budur...kendime not..hatırlatma..ne ise...

11 Ekim 2011 Salı

2. bebe nasıl büyür?

Valla ikinci bebe fazla takılmadan büyür.
Alın hemen yakın bir örnek size, katı gıdaya geçişten:

Sene 2008
Arda katı gıdaya geçerken çok heyecanlanmıştım. Doktorumuz bayağı ayrıntılı anlatmıştı. Neyi, nasıl, ne zaman, ne miktarda vereceğimizi. Bir dolu soru sormuştum, hazırlık yapmıştım. İlk iş gün belirlenmişti..O sabah taze yoğurt mayalanmıştı, akşam iş dönüşü, bizde kalmakta olan annem ve Mehmet yanımda olmak suretiyle steril edilmiş bir kaşıkla ilk yoğurt kümesi "haaam" yapılarak törenle Arda Totisi' nin ağzına götürülmüştü.


Gelelim bugüne:

4. ay kontrolünde Emel Hanım ufak ufak tattırmaya başlatın dedi. Doyumluk değil, tadımlık. Başka birşey demedi, biz de sormadık. Tamam dedik..Unuttuk gitti..Acelesi yoktu zaten. Arada bir niyetlendim, ya yoğurt yoktu evde, yada eskimişti. Dün akşam bir havuç soyduk koyduk önüne, kemirdi, yaladı, fırlattı attı. Bu akşam sofrada "Simoli" nin sabah getirdiği taze AOÇ yoğurdu olduğunu hatırladım. Aylin de bizle oturuyordu. Hadi dedim, tattıralım. Aldım bir kaşık çekmeceden, götürdüm ağzına. Şlap şlop yalandı. Kendi yemeğime döndüğüm her an ağladı.  :)

Ne tören, ne mayalanmış yoğurt, ne sterilize edilmiş kaşık...oldu da bitti maşallah!

Yoğurt mayalar mıyım..? Bilemiyorum..zaten pek tutturamıyordum :)

30 Eylül 2011 Cuma

Son gün

Bugün Aylin'le başbaşa geçirdiğimiz son gün. Evdeki son iş günüm. Pazartesi işbaşı. 5 ay sonra pek zor geliyor. İş dönüşü aynı anda 2 cüceye sevgi ve ilgi vermek, yemek hazırlamak, yemek-yedirmek, uyutmak, uyumak, bu arada kendime vakit ayırmak (yok canım, sadece evi toparlayıp, süt sağmak!) tüm bunları birkaç saate sığdırmaya çalışmak şu an çok zor geliyor, gözümde büyüyor, bildiğin içimi karartıyor!

Kendimi hiç hazır hissetmiyorum :(

Bir de yeni bir bölüme başlıyorum. Hani bir sınava girmiştim hamileyken..Daha iyi bir kontrat için. İşte o bölümde başıma gelmesini istemediğim bir iş vardı. Bugün itibarı ile o işin de bana devredildiğini duydum...

Hava puslu, karanlık, yağdı yağacak..Aslında en sevdiğim havadır bu benim. Hep derim; Londra'da yaşamalıymışım ben diye..Fakat bugün bu hava da dokundu bana..Moralimi iyice aşağı çekti..Pazartesiyi ve bana "kalan" işi düşünürken yüklendiğim stresi iyice artırdı sanki..

Aylin kız ve ben nezleyiz..Çok zor uyuyor, baştaki nezle öksürüğe çevirdi. Çaresiz, öksürerek uyumaya çalışmasını seyrediyorum...

.
.
.


Ben postu bitirene kadar güneş açtı...Hava serin ama güneşli. Arda düştü aklıma, okulu aradım. Bahçede kum havuzunun yanında Mira ve Yunus ile taş oynuyorlarmış. Kendilerini toza ve toprağa buluyorlar demek daha doğru olur sanırım. :)

Onları düşünmek ve içeri sızan güneşi görmek birazcık olsun içimi açtı...Umarım güneşli bir pazartesi, huzurlu bir başlangıç olur...


27 Eylül 2011 Salı

4. ayda saç dökülmesi

Yine 4. ay, yine avuç avuç saç döküyorum.
Arda 3. ayı bitirdikten hemen sonra aniden başlamış, deli gibi saç dökmüş, 1-2 ay içerisinde normale dönmüştüm.
O zaman peşpeşe doğurduğumuz arkadaşlarım da aynı dönemde saç döktüklerini söylemişlerdi.
Genelde 3. ay bitince başlıyor.
Belki vücutta bir şey eksiliyor, belki emzirmeye bağlı olarak belli bazı hormonlarda değişiklik oluyor..Neyse ne..
Ama herkesde mi aynı dönem oluyor bu iş?

Geçen gün Fatoş Hanım'la konuşurken, "Aylin'in seni tanımaya başladığı dönem bu..O zamana denk gelir derler" dedi.

Demekki dedim içimden; bu 4. ay meselesi doğru, üzerine hemen bir şehir efsanesi kondurulduğuna göre (Mide kaynamasının bebeğin saçlanması ile bağdaştırılması gibi) genelde belli bir dönemde görülüyor çoğu kadında.

Sizin de böyle dönemsel saç dökmeniz oldu mu? 4. aya mı tekabül etti? Ne kadar sürdü? Ama asıl en önemli sorum: Acaba vitamin veya başka bişey takviyesi ile bunu durdurmayı başaran oldu mu?????

26 Eylül 2011 Pazartesi

Aradaki farkı bulun!











Önce/Sonra fotoları gibi...





Geçen fotograf arşivinde gezinirken bu "çıtır" fotomla karşılaştım. Daha 1 yıllık evliyiz, İtalya'da bir arkadaşımızın düğünündeyiz, sanırım 63 kilo civarındayım (evlendikten sonra kilolanmış halim bu vede..!) gencim, tazeciğim, inceciğim...

Sonra fotosunda, malum..2 bebeli haller..+12 kg., inekten hallice memeler, mor halkalar, küçülmüş gözler vesaire...

Tez o halime dönesim var..Hadi selüliti, çatlağı, göbeği geçtimde...O surattaki yorgun ifade, gözlerdeki çökük bakış...ne zaman biter acep? Döner mi eski canlı kanlı haline?

15 Eylül 2011 Perşembe

Doğum hikayemiz; Aylin' in gelişi.

Aylin kız 3,5 aylık oldu anca bitirebildim..Biraz uzunca oldu, buyrunuz:

İlk bebeğimiz Arda'yı 15 Haziran 2008 de kucağımıza almıştık. Doğuma yoga yaparak, yüzerek ve lamaze kursuna katılarak hazırlanmıştım. Müdahaleli bir normal doğum yapmış, hikayesini de burada anlatmıştım.

Arda doğduğunda suratıma yumruk yemiş gibi olmuştum. Lohusalık zor geçmiş, meme ucu yaraları, emzirme konusundaki septik halim ve sürekli yanaklarımdan süzülen yaşlarla tam bir depresif yeni anne görüntüsü çizmiştim. O zaman karar vermiştim; Arda ilk ve son çocuğumuz olacaktı, bir daha bu sıkıntıları yaşayamazdım. Nokta!

Bizim cüce 1 yaşını devirdiğinde, o zor zamanları çoktan unutmuş olan ben, içten içe yeni bir bebek hayali kurmaya başlamıştım. Tabii ki daha erkendi ama işte herkesin dediği gibi sıkıntılar çabuk unutuluyordu ve yeniden istek geliyordu bünyeye :)

Hamile olduğumu bayram tatilinde, Çeşme' de öğrendik. 2010' un Eylül başıydı.. Pek de planlı sayılmazdı bu gebelik, evet ikinci bebek fikri arada bir yokluyordu bizi, kendimiz gibi Arda da kardeşle büyüsün diyorduk ama henüz düşünme taşınma aşamasındaydık ve ben açıkcası daha yeni yeni kendime geliyordum. Memeyi bırakalı daha 4 ay olmuştu, tam keyif çatma zamanım gelmişti, "Seneye inşallah" diyorduk...Reglin gecikmesini önce hava değişimine, sonrada kim bilir belki yeniden oluşan yumurtalık kistlerime yormuştum ki......bir sabah çift çizgiyi gördük!!

Tatil dönüşü hemen kan testi yaptırdm, prediktöre pek güvenmiyordum ama Beta HcG nin tavana vurmuş hali şüpheye meydan bırakmadı. Derhal doktora gitmeliydim; kime gitsek diye aranırken yolumuz Aslı Hanım' la kesişti. İlk muayenede kese göründü, ertesi hafta da kalp atışları...

Ruh halim biraz dengesizdi ilk aylar..Hem biraz hazırlıksız yakalanmış olmak, hem filmi yeniden başa sarıyor olmak biraz garipti ama yine çok rahat bir hamilelik geçirdim, ne bulantı ne kusma, sadece ilk 3 ay uyku hali o kadar. Ruh halim de 4. ay civarı düzelince ve hamileliği iyice kabullenince pek keyifli bir dönem başlamış oldu..İlk hamilelikteki gibi okuyup araştırmadım, akışına bıraktım...İş güç, Arda derken uçtu gitti 9 ay!

Son haftalara kadar yogaya gittim yine..Bu sefer fazla yüzemedim. Çalışıyordum ve akşamları evde Arda ile olmak istiyordum, o yüzden havuza pek gidemedim ama zaten bize yetecek kadar yüzmüştük biz! Hamileliği öğrendiğimizde, "Ne zaman oldu bu yahu?" diye didiklenirken ortaya çıktı ki meğer ben karnımda minicik bir embriyon (belkide zigot!) ile maratona katılmış, Çanakkale boğazını geçmişim, hem de yaş grubumda birinci olup, altın madalya takmışım boynuma!! Bu çok hoş bir detay oldu bence hamileliğime dair... Bir de Aslı Hanım' ın izniyle Ekim sonunda yapılan Atatürk kupasında takımımla bayrak yarışlarına katıldım. Henüz 11 haftalık hamileydim, doktorumun uyarısı ve biraz da tırsmam ile çok efor sarfetmeden yüzdüm ama yine de iyi dereceler yaptım ve en azından takımımı yanlız bırakmamış oldum.

35. haftada Aslı Hanım ile doğum üzerine konuştuk. Daha önceden de konuşmuştuk tabii, vajinal doğum hatta mümkün mertebe müdahalesiz doğum istediğimizi belirtmiştim. Ancak bu sefer elimizde bir liste ile gittik kendisine ve uzun uzun doğum tercihlerimizden bahsettik.

Veee..beklemeye koyulduk..19 Mayıs beklenen tarih, ama içime 17 Mayıs doğuyor..Herkes başka bir tarih atıyor kafadan, bakalım hangisi tutacak?? Hadi bakalım..!

16 Mayıs pazartesi günü (39+4) kontrolüm vardı. Muayeneden önce nst ye bakalım dediler, girdik odaya Mehmet ile, başladık beklemeye. Aslı Hanım geldi içeri, aletten çıkan kağıda baktı; "Düzenli kasılmalar var, nasıl hissediyorsunuz?" diye sordu. "Gayet iyiyim, kasılma hissetmiyorum, arada bir ani hareketler oluyor gibi hissediyorum" dedim. "Çok düzenli gidiyor kasılmalar" dedi, "Bir iki gün içerisinde gelebilir, ancak bazen de böyle söyleriz sonra günlerce hareket olmaz" dedi. Muayenede amniyon sıvısı, plasenta, hareketler, herşey yolunda göründü.."Önümüzdeki bir iki gün içerisinde bir hareket olmazda görüşmez isek haftaya yine bekliyorum" dedi Aslı Hanım ve ayrıldık. Heyecanlandım, çünkü pek hissetmesemde düzenli kasılmalar var demişti doktorum ve her halinden doğumu beklediği belliydi!

Acaba hafta sonu gelir mi diye bekleye bekleye ertesi haftayı ettik ve sözleştiğimiz gün görüştüğümüzde nst de hiç bir kasılma izlenmedi...Aslı hanım da şaşırdı; "Ben aslında sizi hafta sonu bekliyordum, telefonum her çaldığında siz olabilirsiniz diye baktım ama demek ki daha geleceği yok kızımızın, sanırım boğa burcunu tutturamayacaksınız!" dedi gülerek..Kontroller yapıldı..herşey yolunda..beklemeye devam...

Beklenen tarih 19 Mayıs da geldi geçti...16 sındaki kasılmalı nst den sonra sanırım 3 yada 4 kez daha görüştük Aslı Hanım'la....Her bir nst normal, kasılmasız ama kalp atışları düzenli, kontrollerim de gayet normal çıktı. Bana hiç bir görüşmemizde "Şu zaman gelmezse doğumu başlatırız" gibi bir cümle kurmadı, veya bunu hissettirecek herhangi bir yorumda bulunmadı..Onun bu rahatlığı beni çok mutlu etti zira beklenen tarihi aştığımızda en çok gecikirsek doğuma müdahale ederler şüphesi içimi kemirmişti, onun dışında rahattım, keyfim yerindeydi, hem zaten kendim de 42 haftalıktım..Besbelli bana çekmişti bu kız! :)

28 Mayıs cumartesi akşamı, Arda' yı yatırdıktan, biraz evi toparladıktan ve internette vakit geçirdikten sonra duşa girdim. Saat 23:30 civarı..Kasılma hissettim duşun altında..Hareket mi, yoksa kasılma mı derken bir tane daha..Hep nasıl anlayacağım bu kasılmaları derdim (ilk doğum suni sancı ile oldu) insan anlıyormuş..Duştan çıktım, salona gittim, Mehmet'e "Sanırım bu gece gelecek, ben kasılmalar şiddetlenmeden azıcık uyuyayım" dedim ve yattım..02:30 gibiydi, uykumdan sancı ile uyandım..saate bakmaya başladım..10 dakikada bir düzenli geliyordu..bazen 11 dakika bazen 9...Ama genel anlamda düzenli..Bir ara sıkıldım, kalktım, kasılmalar çok şiddetli değilsede yine de ayakta daha rahat ettiğimi farkettim. Biraz internette gezinmece, biraz kitap (ilk doğum hikayemizin yer aldığı Doğal doğuma doğru kitabını okur olmuştum son günlerde) okumaca biraz da doğum öncesi üzerime çöken domestik ruh ile ev toparlamaca ile arada bir gidip yatarak sabahı ettim.

Saat 08:00 civarı Mehmet' i uyandırdım ve gece olanları anlattım. Yavaştan babaaneyi aramaya ve Arda' ya hastaneye gideceğimizi anlatmaya karar verdik..

Saat 10:00 civarı Arda ile babaanne bizi kapıdan uğurladılar..Babaanne kulağıma fısıldadı "Haydi git kızımızı bize getir, sağlıkla.."
Arda biraz tedirgin gibi.."Yorgunum ben, kucaama al" deyip duruyor, onun bu mahsunluğu son günlerde üzerimde olan ağır vicdan azabını körüklüyor, muslukları açtım açıcam...Neyse açmadım :)


Hastaneye vardık, ortalık sakin, heryerde pazar sabahı mahmurluğu. (Arda da bir pazar günü doğmuştu) Kadın doğum katına çıktık, deske doğru yaklaştım, gayet kendinden emin ve güleç bir tavırla hemşirelere:

"Günaydın, Aslı Hanım' ın takibindeyim, gece 12 den beri düzenli kasılmalarım var, 10 dakikada bir!" dedim ve 32 diş sırıttım!!
Hemşirelerde bir ağırlık, şaşkınlık, sanki çince konuşuyorum. Derken yaşlıca, acayip bir deneyime sahip olduğu daha kaşlarını kaldırışından belli olan çok tatlı bir başhemşire geldi;
"Muayeneye alalım sizi, sonra doktorunuza haber veririz" dedi. Bir oda açtılar, nst geldi, yatağa yattım...Nst de tık yok..Ne kasılma, ne birşey..Hakikaten birden kesildiğini o an farkettim, hiç bir sancı hissetmiyorum..Başhemşire geldi, muayene etti; "Rahim ağzı tamamen kapalı, doğum eylemi başlamamış henüz" dedi. Doktorumu aradılar, "İsterse beklesin, isterse eve dönsün" demiş, başhemşire de kararı bize bıraktı...

Biraz hayal kırıklığı yaşadım ne yalan söyleyeyim..Yine de tüm güler yüzümü takınıp, hemşirelere hoşçakalın deyip eve yollandım. Başhemşire hayal kırıklığımı fark etmiş olmalı ki tam kapıdan çıkarken; "Elbet çıkacak oradan o bebek, ya bu akşam ya yarın sabah, akşama gelirseniz ben yokum ama o zaman da sabah görüşürüz nasılolsa" dedi gülümseyerek..

Babaanneyi aradık, kuzen Elif ile birlikte Arda' yı hayvanat bahçesine götürmüşler. Fırsattan istifade gidip yatmak istedim, gece çok az uyumuştum ve bundan sonra ne olacağı belli değildi. Birşeyler atıştırıp vurdum kafayı yattım. 2, 5 saat kadar uyumuşum..Saat 14:30 civarında kasılmayla uyandım. Yine 10 dakikada bir düzenli geliyordu. 5 dakikaya inene kadar hastaneye gitmemeye karar verdik. Güzel müzikler koyup oturduk Mehmet'le, sohbet ettik, ne zaman doğar bahisleri oynadık, tv seyrettik...16:00 civarı babaanne aradı, hayvanat bahçesi, ardından incek klübe gitmişler, artık yapacak birşey kalmamış, Arda mızıklanıyormuş.

Arda eve gelip bizi bebeksiz görünce biraz şaşaladı..Hemen oynaşmaya koyulduk.."Kitap oku bana" dedi, bu arada sancılar geliyor, gidiyor..Aldık elimize o dönemin en favori kitabını: "Pırtık Tekir".
Oturduk kanepeye, okuyoruz: "Ben ve sen, bir de eski gitar, ah gururluyuz ve mutlu ne kadar.." derken bir sancı geliyor, "Bir dakika Arda'cım, karnım gıdıklanıyor" deyip yere çömeliyorum, yüzümü ekşitmeden, mümkün mertebe gülmeye çalışarak atlatıyorum kasılmayı, ve devam ediyoruz okumaya; "..Miyaav bir de eski gitar, ah gururluyuz ve mutlu ne kadar..!"

Babaanne ve Mehmet bizi seyrediyorlar, evde dolanıyorlar, Mehmet bir kağıt geçirmiş eline, kasılmaları not ediyor, dakika aralarını kaydediyor, biz Arda ile kitap okuma, sevişme halindeyiz..Pek duygu yüklüyüm o anlarda, sanki birkaç saat sonra bebek geldikten sonra Arda ile bağımız azalacakmış, ona daha az vakit ayıracakmışım gibi hisler var içimde, yine vicdan yapıyorum sanırım, arada bir gözlerim doluyor, durup durup Arda'ya sarılıp öpüyorum..

Ding dong! Kapı çalındı..Abim, Bilge ve Ekin geldiler...Bu harika oldu çünkü artık Arda ile dip dibe kasılma atlatmak zorlaşmıştı, yüz ifademi çok mutlu mesut tutamıyordum ve ona çaktırmak istemiyordum. İki kuzen Arda' nın odasına oyun oynamaya yollanınca ben de derin bir oh çektim. Artık kasılmaları daha içimden geldiği gibi yaşayabilirdim...

Kayınvaldem kahve yaptı, abim, Mehmet, ben oturduk kahve içtik, Bilge bir bizim yanımızda, bir içeride çocuklara bakıyor..Sohbet, muhabbet..aralarda ben yere çömeliyorum yada kedi gibi 4 ayak üzerinde duruyorum, puff pufff nefeslerimi yapıyorum..kasılma gidince geri kanepeye oturup kaldığım yerden devam ediyorum...Herşey çok olağan..doğal..kendi akışında gidiyor..

Saat 18:30 civarıydı, Mehmet "Artık hastaneye gidelim Itır, zorlandığını hissediyorum, bence açıldın artık" dedi. Kayınvaldem onu destekledi..Korkuyorlardı birden oracıkta doğuracağım diye...Nedense hiç gitmek istemedim hastaneye, her gidelim teklifini "daha değil" diyerek reddettim. Sanırım sabah geri dönüşümüz biraz kötü etkilemişti beni, yine gidip, eve gönderilmeyi istemiyordum, o yüzden de mümkün mertebe evde kalmak istiyordum. Bir de taktım kafayı ağrıların yerine. Belim ağrımalı diye düşünüyorum ama benim sadece karnımın alt tarafı ağrıyor..Yok diyorum içimden..Yeterli açılma olsa belime de vurur ağrı..!!

Saat 19:00 da Mehmet dizginleri ele alıp, "Tamam artık gidiyoruz" dedi..Diğer herkes onu destekledi ve en azından bir kontrol edilmem gerektiğine karar verildi. "Tamam.." dedim, "..önce bir duş alayım".

Duşumu aldım, giyindim, Arda' nın odasına gittim..2 cüce oyuna dalmışlar, Arda'ya hastaneye gittiğimizi, babaanne ile kalacağını, bizim bebeği getireceğimizi anlattım, çok basitçe..ama ilgilenmedi..Sarılıp öptüm, daha da öpesim koklayasım vardı ama "hadi hadi" lerle çıktım odadan..Abime tembihledim; "Yemeğe kalın, Arda Ekin' le çok mutlu, bozmayın, güzel vakit geçirsin.."
Aklım Arda' da...Doğumdan bile çok onu düşünüyorum.."Gece bizi arar mı acaba??"

Kapıdan uğurlandık..Evimiz 4. katta, asansör yok, 3. katta ciddi bir kasılma atlattım, trabzanlara dayanıp belimi esnettim, nefeslerimi yaptım, artık canım bayağı yanıyordu, geri kalan merdivenleri Mehmet'in koluna tutunarak indim..İnerken moralimin bozuk olduğunu çok net hatırlıyorum, sanki yapamayacakmışım gibi hissettim, eğer hastaneye giderde bunca kasılmaya rağmen yine açılma yok derlerse yıkılacakmışım gibi hissettim... İçimden aynen şunlar geçti: "İlk doğumda tek başınaydın, 9 saat suni sancıyı bir başına yatağa bağlı geçirdin, gıkın çıkmadı, şimdi moralin bozuluyor, mızıklanıyorsun çünkü Mehmet yanında ve sen her zamanki gibi mızıklanacak biri oldumu hemen direncini yitiriyorsun!"

-"Memo, ben motivasyonumu yitiriyorum..eğer açılma az derlerse epidural isteyeceğim..." dedim yılgınlıkla.
-"Nasıl istersen karıcığım.."

Apartmandan çıktık, arabaya binerken yine okkalı bir sancı..Bagaj kapağına asılıp onu da atlattıktan sonra arabaya bindik ve Aslı Hanım' ı aradık.."Hemen yola çıkıyorum!" dedi...Saat tam 19:41!

Farabi' ye saptığımızda iş makinaları gördük yolda, Memo kornaya basmaya başladı, "Ne yapıyorsun??" dememe kalmadan, dörtlüleri de açtı ve gülerek; "Hep böyle gitmek istemişimdir doğuma'' dedi ve  "Açılııınn kadın doğuruyorrr!" diye naralar atmaya başladı!! Gülesim var ama acım da var, ''Yapma noolur Mehmet, güldürme beni'' dedim, iş makinalarını geçince sakinledi kocam! :)

Güven Hastanesinin önüne geldik, saat 19:50. Yine okkalısından bir sancı..Garfield gibi pencereye yapışmıştım park ederken. Pazar ya, pek kimse yok hastanenin önünde, indik, biraz iki büklüm yürüyorum ama gayet iyiyim. Asansörlere geldik bir sancı daha..veee 5. kat. Kapılar açıldı, deskte oturan hemşirelerle gözgöze geldik, yine hakikatli bir sancı vurdu, asıldım Mehmet' in omuzlarına, gömdüm yüzümü göğsüne. Hemşirelerin ayaklanıp tekerlekli sandayle getirelim dediklerini duydum, tek yapabildiğim elimi kaldırıp hayır anlamında sallamak oldu, yüzüm hala memonun göğsünde.. Mehmet: '' Gerek yok, tekerlekli sandalye istemiyor, iyi o.'' dedi. Geçen doğumdan tekerlekli sandayle fobim var ya... :)

Sancı geçince toparlanıp gayet rahat yürümeye başladım, hemşirelere de bir gülücük fırlattım ki korkmasınlar..Ben iyiyim!!  Hemen bir odaya aldılar beni, yatağa yattım, nst bağlandı, tatlı bir hemşire ilgileniyor benimle: Hicran hemşire. Mehmet' i yatış işlemleri için aşağıya yolladı, doktorumu aradı ve sancıları takip etmeye başladı, 170 i vurdu bir ara nst nin rakamları. Bayağı füze gibi sivriliyor karnım, nst pedleri kayıyor, ben derhal kalkmak istiyorum. Hicran Hemşire ''Hemen geliyorum, bir dakika'' dedi ve çıktı odadan. O sırada gelen kasılma ile ilk defa korktum, çok canım yandı ve itme hissinin geldiğini farkettim. Yanımda da kimse yok, sanki yatış işlemi sonradan yapılsa olmaz mıydı? Nerede Mehmet??

Yatağın kolundaki hemşire çağırma düğmesine bastım, Hicran hemşire koşarak geldi. Bileğine yapıştım, olanca gücümle sıktım;
''Doğuruyorum ben, lütfen kocamı çağırın!'' diye inledim.
''Tamam geliyor merak etme'' dedi ve o da elimi sıkmaya başladı..İkimizinde gözü nst aletinde, sessizce atlattık bu sancıyı da..
Herhalde Aslı hanım yetişemeyecek, Mehmet de aşağı katta salak işlemlerle uğraşırken ben buracıkta doğuracağım derken Aslı hanım' ın üzerinde kot, şimdiye kadar hiç görmediğim spor bir kılıkla odaya 'daldığını' gördüm! Sanırım o an yüzümde güller açtı!! :)
Muayene veee...

''Açıklık 10 santim, derhal doğumhaneye!!''


Aslı hanım' ın bu sözüyle odada bir panik havası esti. Başta Hicran Hemşire olmak üzere, odada bulunan diğer hemşirelerin ve yüzünü çok iyi hatırladığım tatlı hastabakıcı kadının birden ne yapacaklarını şaşırdıklarını, herkesin şaşkın şaşkın birbirine baktığını hatırlıyorum. Ben ise Mehmet' in derdindeyim...''Aslı hanım, Mehmet yatış işlemleri için aşağıya indi ama...?!''
Tekerlekli sandalye geldi. Aslı Hanım giyinmeye koştu..
''Binmek istemiyorum, kendim yürürüm.'' 
Doğumhane zaten karşı oda...Ne çok seviyorlar şu tekerlekli iskemleyi yahu!!!
''Lütfen oturun, lütfen!''
Tatlı tombiş hastabakıcı o kadar yumuşak bir şekilde rica etti ki, ''Hadi Itır, inat etme artık'' dedim kendi içimden ve oturdum.

Doğum masasına çıktım, Mehmet, Aslı Hanım ile birlikte yeşilleri giymiş bir şekilde girdi içeriye. Masanın ayak koyma yerleri çıkartılmış, hemşireler uğraşıyor takmak için ama beceremiyorlar, Aslı Hanım biraz sabırsızlandı ve hemşirelere hafiften çıkıştı; ''Haydi ama arkadaşlar, neden takamadık bir türlü??''
Ben yattığım yerden olanları seyrediyorum, bir yandan Aslı Hanım beni hazırlıyor, bir yandan da kasılmalar geliyor gidiyor, ıkınma hissi daha belirgin.

Ayak koyma yerleri takılamadı ancak ayakla itmek için pedal gibi başka bir aparat var. ''Bununla idare edeceğiz artık'' dedi doktorum fakat onu da takamadı hemşireler. Doğumhanedeki tek erkek Mehmet müdahale etti ve hallodu. Bence daha bile iyi oldu, ıkınırken asılı bacaklardan kuvvet almak imkansız, ama pedallara basarak itmek daha kolay.

Birden aklıma lavman geldi.

"Ayy Aslı hanım, şeyy lavman da yapılmadı bana?!"
"Olsun, önemli değil, ben steril yapıyorum bölgeyi, zarar yok"
"Yok ondan demedim, yani ya kaka yaparsam, yani size karşı, ben şey..mmmm..."
Aslı Hanım güldü:
"Amaan, aşkolsun Itır Hanım, onu mu düşünüyorsunuz, boşverin bu detayları siz"

Vallahi söyledim bunu...O an çıkıverdi işte ağzımdan, tutamadım! :)

Bu arada Mehmet kordonu kesecek, ona da steril eldivenler giydirdiler, kocamın eller tombik, parmaklar dolma, eldivenler zor giriyor, uğraştı, didindi, bir hemşirenin yardımıyla dolmalara yerleştirildi elidvenler :)

''Haydi bir deneyelim'' dedi doktorum ve başladım ıkınmaya..
''Çok güzel, tam açıklık, herşey yolunda gidiyor'' dedi.

Arda'yı doğururken ıkınmalar da kasılmalar gibi düzenli gelip gitmiş, aralarda nefes almış, hatta az biraz doktorumla sohbet bile etmiştik. Bu sefer sanki aralıklar yok olmuş, ıkınma hissi hiç kesilmeden sürekli devam ediyor gibiydi ve ben o kadar uzun ıkınmaya nefes yetiştiremiyordum. Arda'yı iterken gıkım çıkmamıştı, nefesimi alıp kursta öğrendiğim gibi itiyordum, ama şimdi nefesim tükeniyor, tükendiği noktada da bağırarak güç alıyordum...Evet evet ava avaz bağırdım ben :) Acıdan mı? Hayır, nefesimi yetiştiremediğim için! İçimden hayret ederek ve kendime gülerek bağırdım ben, her ıkınmam soluğum tükenince böğürerek bitti :)

Bu arada Mehmet 2 kez eldiven değiştirdi. Kordonu kesmek için steril olması gereken eller karısına destek vermek için başına kollarına ve ensesine değince hemşireler Aslı hanıma durumu ispiyonladılar ve hemen eldivenler değişti, dedim ya parmaklar dolma, her eldiven değişimi bir olay oldu...Bir de diğer tarafa döndüğümde karşılaştığım hastabakıcı kadının 32 diş gülen yüzünü hiç unutamıyorum..Her kafamı çevirdiğimde kadının yüzünde aynı ifade ile karşılaştım: Hayret, mutluluk, heyecan :)

Derken kafa çıktı, "Duur duurr!" nidaları ile kısa nefesleri yapıp ıkınma hissini baskıladım, omuzlar çıktı ve henüz ismi konmamış kızımız bacaklarımın arasından balık gibi kayıp Aslı Hanım' ın ellerine doğdu!

Saat 20:25

Hastaneye gireli yarım saat olmuş, ne lavman, ne damar yolu, ne ağrı kesici, ne hastane gömleği, ne epizyo...Hiç bir müdahale yok!

Konuştuğumuz gibi hemen göğsüme verildi ufaklık. Arda da aklıma gelmemişti, sonradan okuduklarımdan heves etmiştim, hemen oracıkta emzirecektim. Ama ne mümkün!! Ciyak ciyak ağlayan bir tip! Arda sakindi, gözlerini dikip bizi seyretmişti, onunla yapabilirmişim belki ama yaygaracı kızımızla mümkün olmadı, biraz konuşup emzirmeye çabaladıktan sonra çocuk doktoru aldı, yanımdaki masada kontrollerini yaptı.

Bir ara çocuk doktorunun "Bebeğin kıyafetleri nerde?" diye hemşireye sorduğunu duyduk..O an uyandık, hiçbir eşyamızı yukarı çıkartmamıştık ki! Herşey arabanın bagajındaydı: Bebeğin kıyafetleri, fotoğraf makinası, video kamera, pilates topu!! :)

Mehmet çantayı almaya yollandı, kıyafetler geldi, Aylin kız giydirildi, ben gecelik giydim, Aylini kucakladım ve doğumhaneden çıktık. Annemle babamı gördüm ilk; hastaneye gidiyorlar haberini almalarıyla evden fırlamışlar, daha yoldayken doğurdu haberi gelmiş!! Onların arkasında evde bizimle vakit geçirmiş ve beni kapıdan uğurlamış olan abim ve eşi:
"Kızım bu ne hız, daha 1 saat olmadı evden çıkalı?" diye takıldı abim. Sonra ilk doğumumuzu 15 gün arayla yaptığımız eltim:
"Naptın yahu? Sancılarda destek olmaya gelmiştim ben!?"

Odamıza geldiğimizde yatağa geçtim, yine ilk doğumdaki gibi çok enerjiktim, kendimi harika hissediyordum, yeniden doğmuş gibi, taptaze... O ana kadar koridorları inleten kızım da memeyle buluşunca sakinleşti ve güzel güzel emmeye başladı. Geceyi sorunsuz geçirdik, içim içime sığmadı, uykum gelmedi ve oturdum hemen kısaca doğumu burdan da haber ettim! Ertesi gün de hemen taburcu olduk...

Bir önceki doğumda epizyotomi yapılmıştı, 10 gün kadar sıkıntım olmuştu: şişlik ve ağrı. Koltuklara sandalyelere yarım popo oturmuştum hep, bölgenin havadar kalması söylendiği için genelde yatıyor ve külot giymiyordum. Bu sefer epizyo konusunda doktorumla konuşmuştuk ve kendisi büyük bir ihtimal gerek kalmayacağını, kendisinin de bunu pek tercih etmediğini söylemişti. Nitekim epizyosuz sadece ufak bir yırtık ile bitti bu serüven, iki deneyimi karşılaştır derseniz de şunu söyleyebilirim size: "Kahrolsun epizyo!!" :)
İnanılmaz rahattım doğum sonrasında. Ne şişlik ne ağrı. Oturmam kalkmada hiç bir sorun olmadığı gibi doğumdan sonraki 3. günde kot pantalon bile giyebiliyordum.

40. gün kontrolüne gittiğimde Aslı Hanım'la doğumu konuştuk, komik anları hatırlayıp güldük. Nasıl hızlı olduğundan bahsederken hemşirelerin kendisine gelip "Biz de böyle doğum istiyoruz" dediklerini anlattı gülerek.

Şimdilerde Aylin kız 3 ayı devirdi. (Doğumdan 5 gün sonra karar verebildik isme) Büyüyor, gülücükler agucuklar yapıyor, ellerini kemiriyor, her şeyi gözlemliyor ve hayata adapte olmaya çalışıyor. Arda kardeşli hayata, biz de 2 çocuklu hayata alışmaya çalışıyoruz. Zor olduğu kadar keyifli bir dönem. 2. çocuk ise bambaşka bir deneyim..İlkinde tecrübesizlik ve panik yüzünden kaçırdığımız pek çok şeyi ilk defa yaşar gibi yaşıyoruz ve "Aaa o zaman da bunlar olmuş muydu?", "Arda da böyle miydi?" gibi cümleler kuruyoruz sık sık...

Bu hikaye daha da uzar..keseyim artık :)
Herkese hayal ettiği gibi bir doğum dilerim...

10 Eylül 2011 Cumartesi

Ay dert yanasım var huuu!!!

Üzerimden kamyon geçmiş gibiyim..
Yorgunum..argınım..pestil gibiyim..
İlk haftalar 3 saatte bir kalkarken bile bu kadar yorgun hissetmemiştim..
Halbuki kız uyuyor..Zavallım zaten o kendi kendine büyüyor..eziyeti yok bana..
O yatınca yatabilsem...uykumu alabilsem..ama olmuyor..
Seviyorum ikiside uyuduktan sonra "takılmayı"..
Zaten sosyal hayat bitti..bari evimde kendi kendime sosyalleşeyim diyorum..
Aslında sorun tam olarak da uykusuzluk değil..

Arda ile aramız limoni bu ara..zorluyor beni..bizi..
Bütün otoritem bitmiş gibi hissediyorum bu ara..
Sanki düşmanıyım..Üzmekten haz alıyor beni..
Sanki hıncını çıkarıyor...Değişen hayatının, ikiye bölünen sevginin hıncını..
Anlaşamıyoruz bazen..daha ne olduğunu anlamadan başlıyor kendini yere atmaya, ulur gibi ağlamaya...
Ne orta yolu bulmak mümkün, ne teselli etmek..
G.t gibi kalıyorum karşısında..
Bir de dayak yiyorum bazen...ne yapacağımı şaşırıyorum..tekme tokat girişiyor..
Çok hafif tabii..kendi boyuna gücüne göre..Fiziksel olarak canımı acıtmıyor ama ruhen bitiriyor beni..

Ben de özlüyorum eskiyi..tıpkı onun gibi..evrenin gücüne gitmesin çok şikayet ediyorum ama..bocalıyorum işte, tıpkı onun gibi. Eski rutinlerimizi, muhabbetimizi, başbaşa  geçirdiğimiz vakitleri özlüyorum. Bana her seslenişinde, benden her bir şey istediğinde orda olabilmek, cevap verebilmek istiyorum. Artık mecburen babaya pasladığım bazı bize ait anları yeniden devralayım istiyorum..Mırıl mırıl konuşalım, kucak kucağa vakit geçirelim, her daim sevişgen olalım istiyorum..Öptüğüm zaman "yaa öpme yaaa!" demesin, kaşlarını çatıp beni itmesin istiyorum...Acaba yanlışLAR mı yapıyorum, kotaramıyorum mu? soruları beynimi kemirmesin istiyorum..

Amaaan istiyorum oğlu istiyorum işte! Burda vızıklanacağıma gidip zıbarsam daha hayırlı olmaz mı? Di mi ama? Hadi naşşş!!!

8 Eylül 2011 Perşembe

Yürrü bee..!!

Çok mutluyum a dostlar!!
Zil takıp oynayasım var..
Kızılay meydanına inip göbek atasım var..
Bağıra çağıra..ona buna..muştulayasım var..
Dağlara taşlara haykırasım var..

Arda tuvalete kaka yaptı a dostlar!! Bu akşam, yatış öncesi, adaptöre bile oturmadan..
4 Ağustos'ta bezi attığımızdan beri ilk defa..
Nasıl olacak, daha ne kadar böyle devam edecek? diye fık fıklanırken ben...
Daha dün akşam umudumu yitirmiş, gizlice ağlamaklı olurken..

Bilen bilir, bizim derdimiz büyüktü..sadece bez bırakmak değildi..
Kabızlık sonrası travmaydı, kaka tutmaydı, kimi zaman 10 gün tutmaktı bizim derdimiz..
25 Şubat'tan beri SOKOL kullanmaktı..Her gece yatmadan, artan dozlarla..
Dolayısıyla bez bırakma da daha bir büyümüştü kafamda..

Ben mutfaktaydım..babasıyla banyodaydı, yatma hazırlıkları için..
Pıt pıt ayak sesleri duydum koridorda..
Mutfak kapısında belirdi.."Hey anne, gel bak sana bişi göstelicem!" dedi..
Yürüdük peşpeşe banyoya doğru..
Acaba mı? derken banyo kapısında babanın yüzünü görünce "Allaaaaahhh!" dedim içimden coşkuyla!
Yüzümde normal bir ifade yaklaştım tuvalete..."Baak!" dedi, gururla gösterdi.
"Vaaay amma büyük" dedim ilk tepki olarak. Nasıl 6 gün tuttu anlamadım o şeyi! O küçücük vücutta nerede durdu o kocca şey?
Birini sopaya diğerini topa benzettik. Tam beyzbol oynamalık yani!! Hahahahaha!!!!
Sarıldım kocaman..."Biliyordum başaracağını!" dedim..
"Evet, sen çok mutlu oldun dimi anne?" dedi..
:)

Bende bok muhabbeti bitmez...Keseyim en iyisi burada...
Devamı gelsin e mi?

30 Ağustos 2011 Salı

1. gün itibarı ile nakavt!

Arda' nın okul 9 gün tatil. Cuma günü mangallı bir kapanış yaptılar. Mail gelmişti o hafta neler yapacaklarına dair. Bir dolu aktivitenin en sonunda "bahçemizde barbekü partisi" diye bir kalem vardı. O kadar istedim ki gidip bahçenin kuytu bir köşesinde pusuya yatayım, izleyeyim cüceleri!!! Hoş her daim içimde o arzu var. Kahvaltı ederlerken, circle time sırasında cıvıtırlarken, öğlen yemeği, uykuya geçiş, bahçe saati..her anını oturup seyretmek istiyorum. Okula getirip götürme işi babaya düştüğü için istediğim kadar gözlemleyemiyorum veya okulla iletişim halinde olamıyorum ama doğurmadan önce ve sonra işe gitmediğim zamanlarda birkaç kez ben götürdüm okula ve kopamadım ordan. Arda içeri gittikten sonra Hilal Hanım ile muhabbet, giren çıkan cüceleri mıncıklama ve bizim Toti'nin sınıfı kameradan gözetleme derken 10:30 a kadar "takıldığım" oldu resepsiyonda..Ayaklarına dolaşıyormuş hissi olmasa akşama kadar kalabilirim..o kadar keyifli bir yer!

Neyse ne diyorduk...Cuma günü eli kolu dolu döndü eve..Krapon kağıdından bayram şekeri, elcağızları ile yaptıkları manili kurabiyeler ve içinde bayram harçlığı ile şeker olan mendili ile...
Para kumbaraya atıldı, şekerler Arda tarafından gövdeye indirildi, bize hazırlamış olduğu kurabiyeleri de baba ile kahve eşliğinde mideye indirdik.Pek lezizlerdi...

Bugün ilk defa 2 çocuklu bir bayram günü geçirdik..Yorgunum..hatta bitik vaziyetteyim!
Evden çıkmamız feciydi, 11:00 de geliriz dediğimiz ilk kapıya 12:20 de ulaştık..ilk iki kapıda beraber olan çete; Arda ve kuzeni Doruk' un çığlıkları hala kulaklarımda, Aylin karmaşadan uyuyamadı ve sürekli memeye yapıştı, ikinci kapıda yine Doruk ve Arda ile oynaşan amcaları bir koltuk kırdı, üçüncü kapıda yani annemlerde nispeten sessiz sakin bir ortama kavuşunca Aylin azıcık uyudu, Arda bayılıp 1 saatlik bir mola verdi, bana tüm günün yorgunluğu ve gecenin uykusuzluğu çöktü, tam kestirecekken kız uyandı...Neyse harika bir yemek yedik de kendime geldim!

Bu arada Arda' nın ne kadar çikolata yediğini takip bile edemedim, iki veletli olunca bu konulardaki atmaca halim de değişti..Kim bilir ben içeride kızı uyutmaya çalışırken nasıl götürdü malı bizim cüce :)


ganimet



manilere dikkat :)




bu da bayram şekeri



15 Ağustos 2011 Pazartesi

Kıymetini şimdi anladım


Vallahi kıymetini bugün anladım tatilimin...
"2 çocukla tatil mi olurmuş?", "Bak yine 2 dakika denize giremedim!",  "Şekerim biri uyanıyor, öbürünün uykusu geliyor, biri arıza çıkarıyor, öbürü mızıklanıyor peehhh!!" diye bık bıklanırken, bu lafları ettiğim anları mumla aradım bugün. Evet hiç bu kadar trafikli, yorucu, "kıç yaymamalı" bir tatil geçirmemiştim ama Angara'da, evde bir gün geçirince ve tüm aile tatil sonrası depresyonuna girince kıymetini anladım tatilimin...Geri dönesim var arkadaş!!

Anlatacak o kadar çok şey var ki..Sanırım hiç birini şu an toparlayamayacağım...Kısaca;

Arda tatilde kardeşinin olduğunu tam olarak idrak etti sanırım..2. günün sonunda başlayan, kıskançlığa bağladığım negatif tavırları sonlara doğru düzelmişti ki...döndük :(

Yazlık ev büyük nimet..O kadar özgür, o kadar başına buyruktu ki...Yapacak bir dolu şey vardı, keyif aldığı bir yığın iş..Aklına televizyonun "t"si gelmedi. Sadece 2-3 kez son favorisi Madagaskar'ı izledi ve sürekli soundtrackini çaldırıp herkesi "i like to move it, move it" eşliğinde dans ettirdi o kadar!

Her sabah "Saat 5 mi?" diye uyandı, her saat başı "Saat 5'te di mii?" diye teyid ettirdi...Saat 5 çok önemliydi, bahçe sulama saati idi zira..Tevfik amca' nın "Çıraaak nerdesin?" seslenişiyle biten geri sayım heyecanı yerini huşu içinde hortumla meşk etmeye bıraktı...her gün, aynı saatte...

Aylin kız akıllı usluydu genelde. O da tam oradaki düzenini sabitliyordu ki...döndük!! :(

Babaanne, hatta bir kaç gün ekstradan gelen annane desteğine rağmen pek dötü yayamadım...Aylin'in ille beni istemesi, Arda' nın kıskançlıklarına üzülmem ve Aylin'in ortada olmadığı vakitlerde kendimi Arda'ya adamaya çalışmam sonucunda pek kendime vakit ayırmış, hatta totom şezlong görmüş değil..Kitap dergi okumaktan bahsetmiyorum bile..Yada şöööyle bir "Ay önümü yaktığım yeter, acık da sırtımı yakayım" gibi bir tasam olmadı hiç...

Rakıları götüremesem de Efes alkolsüz, arada bir yarım şişe normal bira ve milletin rakısından yudum çalmak suretiyle yediğim, ayıptır söylemesi, balıklar, kalamarlar, midyeler vede karidesleri ve hatta bilumum mezeyi mundar etmedim..Afferim bana! :)

Haaa en önemlisini unutuyordum..Bu tatilin vakayı vakvakiyesi: Bezle gittiği tatilden kıçında donla döndü bizim Toti. Halloldu mu bu tuvalet meselesi? Henüz tam anlamıyla hallolmuş sayılmaz. Ama geri dönüş yok, bez yok..Çiş bitmiş sayılır ancak kaka için aynı şeyi söyleyemem...Artık kreşten medet umuyorum...gerisini de onlar halletse ne kıyak olur!! Yanlız..donlu minik popo gibisi de yokmuş kardeşim...durup durup elleyesim, sıkıştırasım geliyor..Ne berbat bişeymiş o bez denen meret!!

Aslında bunların hepsi ayrı bir post olmalıydı..Bez macerası, kıskançlık tripleri, Arda'nın tatilde iyice açılan çenesi ve beni aptala çeviren incileri gibi...Ama pek yorgun bünye..Dedim ya bugün maaile dönüş depresyonuna girdik..Aylin kız bile düzenini tepetaklak edip anasının canına okudu..Gidip küfeyi devirmeli...







18 Temmuz 2011 Pazartesi

Hello how are youuuuu??

Güzel bir pazar geçirdik..
İncekteydik, önemli misafirlerimiz vardı..
Arda' nın sınıf arkadaşı Ekin Loya ve ailesi..
Evde en çok sözünü ettiği arkadaşı..
Şarkılarda mütemadiyen adını araya sıkıştırdığı..
"Hello how are you, hello Ekin Loya how are you, how are you todaaaay?"

Ekin Loya' nın da kardeşi oldu yeni..
Aylin' le araları 4 gün..
Adı Güneş..
Vesileyle bizim evdeki balığın da adı Güneş oldu :)

Güzel bir gün geçirdik hep beraber..
Yolda bayılttı bizi..Geldi mi? Orda mı? Gelicek mi???
"Ekin Loya'cıım, Ekin'ciiim" diye koşturdu durdu tüm gün..
Elele tutuşup dolaşmaları çok şekerdi..

Bir gün okursa burayı, ilk sınıf arkadaşı ile çekilmiş bir fotoğraf hatıra olsun istedim..
Şu harika kareyi görsün istedim..



16 Temmuz 2011 Cumartesi

Yine yokuz :(

Bu sene de yoklama veremiyoruz, üzgünüm, mazeret 1,5 aylık :)
Temsilci olarak Babun'u yolladık..
Biz seneye inşallah...

14 Temmuz 2011 Perşembe

Atem tutem ben seni..fena atarım ben seni!

Arda cücesi okulda ingilizce şarkılar öğreniyor ya, akşamları eve gelip ata tuta söylüyor onları. Tabii ne kreşte nede gittikleri devlet ilkokullarında ingilizce şarkı öğrenmemiş olan anne baba apışıp kalıyor. Ne yapıyoruz o zaman? Aynen Arda' dan duyduğumuz gibi bizde başlıyoruz şakımaya..

Zıpla do taba biii
Zıpla do taba biii
Aryu saki sambadiii
Afliiuu
Afliiuu
Afliiuu bi da baaaa!

İşte bu şarkı evimizde marş oldu. Mehmet traş olurken, ben yemek yaparken, her daim söylüyor, ailecek şakıyorduk, fakat aslı astarı nedir diye de kurdeşen döküyorduk. Sonunda öğretmeniyle konuşurken bu şekilde söyledim şarkıyı ve dedim "Kurtar bizi meraktan Selin!!!"

Şarkının gerçek sözleri deftere yazıldı, biz de bir oh dedik, üşenmedik gugılladık, yutubladık..
İşte atmasyon şarkının asıl hali..Nasıl benzetmiş ama çocuk dimi??

10 Temmuz 2011 Pazar

Rüzgar gibi geçti

Arda doğduğunda ne zaman gelecek diye gün saydığım şu meşhur 40. gün bu sefer göz açıp kapayana kadar geliverdi..Aylin kızın 40 ı çıktı bile..


Ayaklar da abiye mi benzeyecek nedir? Bununkiler de cibiş!! :)

5 Temmuz 2011 Salı

2 totili evde Arda halleri


Aylin kızın gelmesiyle en çok merak edilen şey Arda' nın tepkileri, tavırları oldu. Herkes telefonda, mailde Arda' yı soruyor..Henüz 1 aylık tecrübemle şimdilik çok sıkıntılı geçirmediğimizi söylüyorum hep. İlerde ne olur, Aylin hanım kızımız cilveler yapmaya ve seyirci çalmaya başlayınca ne haller yaşarız bilemem ama şimdilik çok dehşet durumlar yaşamadık. İlk 2 hafta biraz zordu sanki..Büyük değişime ayak uydurmak hepimiz için olduğu kadar onun için de kolay değildi. En başta sabah okula gitmek çok koydu cüceye..Neden anne, anane ve bebek evde partilerken o okula gitmek zorundaydı ki?? Ne gıcıktık biz ki onu yollayıp tüm gün zil takıp oynuyorduk!! Gitmeyecekti, işte o kadardı! Hıh!!

Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen o sabah kaosu ve Arda kapıdan "bir şekilde" çıktıktan sonra yanaklarımdan süzülen yaşlar 2. haftanın sonunda bitti..Ama bu arada itiraf ediyorum bir iki kez işe gidiyormuş gibi yaptım, gittim giyindim, bir keresinde aşağı kadar inip tekrar geri 5 kat merdiveni bile çıktım..Bilemem sayın çocuk yetiştirme otoriteleri bu yalanlarımı ne kadar tasvip ederler ama bir iki kez söylenen  "bence pembe" olan bu yalan hiçte fena olmadı...Belki içinden "enayi kadın" demiştir bizim cüce ama en azından ben o anlarda daha müsterih oldum..Şu an bal gibi biliyor evde kaldığımı, sorgulamıyor ama ilk 2 haftada ufak bir yalan yarım saat uzayacak bir krizi 5 dakikaya indirdi..işte o kadar.

Yine o ilk 2 hafta okul dönüşlerinde de ufak tefek arızalar yaşandı..Sebebini anlamadığım, anlayamadığım ağlama krizleri oldu. Bence bunda ilk günlerde evin kalabalık olmasının etkisi büyüktü. Eve dönen Toti salonda her zamankinin dışında bir kalabalık ve memeye yapışmış bir "hain kardeş" bulunca yine sabahki gibi "ben yokken bayağı bir eğlenilmiş sanırım!" psikozuna girip bir yerden bunu dışarı çıkartıyordu. El ayak çekilipte biz çekirdek aile kıvamına dönünce bence işler daha bir kabul edilir oldu ve rayına girdi.

Bir de tabii bizim ruh halimiz var..İlk haftalarda biz de (ben de demeliyim aslında) , Arda nın hareketlerini çok fazla inceler ve her tavrını kardeş sendromuna yorar olmuştum. Yuvayı günde 3 kez arayıp nasıl olduğunu sorar,  evdeki fotograflarına bakıp göz yaşartır olmuştum. Bu onun için büyük bir değişimdi ve ben onun sevgisinden çalıyor gibi hissediyordum ve feci vicdan yapıyordum ve onun için adeta üzülüyordum.
Hala daha bazen vicdan yapmakla beraber çok fazla yol katetmiş sayılırım..Benden istediği ilgiyi veremediğimde bocalıyorum, eskiden oynadığımız bir oyunu istediği anda oynayamadığımda üzülüyorum, bana "sen anne değilsin, sen babasın" ve babasına dönüp "sen annemsin" dediğinde içim eziliyor...Ama onun için üzülmüyorum artık, tersine onun için seviniyorum, abimle olan bağımızı ve geçirdiğimiz onca yılı ve anıyı düşünüp ona bir kardeş verebildiğim için seviniyorum...

Arada bir ortalıkta bulduğu emzikleri emiyor, bazen de parmak emiyor. İkisini de emiyor gibi yapıyor demek lazım zira ikisini de emmeyi bilmiyor. Parmak emme işini kuzeninde doğduklarından beri görüyor ama şimdiye kadar hiç taklit etmemişti, şimdilerde aniden kuzenini "taklit edesi" geldi, bakalım ne kadar devam ettirecek? Bir de son bir kaç gündür ağızda yemek tutma başladı ki bunun ilgi çekmek veya kardeş gelmesi ile ilgisi var mı bilmiyorum ama pek çok canımı sıkan bir hadise bu..Belki de kardeşle filan alakası yoktur, sadece bezelye, fasulye gibi hayatta ağzına koymadığı tadlarla tanışmasının bir etkisidir, zamanla kokusu çıkacaktır...

Sorumluluk vermek, görev dağılımı yapmak çok iyi geliyor: Aylin' in bezini getir, pişik kremini götür, haydi banyo yaptıralım, sen ayaklarını yıka, çoraplarını giydir gibi..Hem getir götür işlerini yapmış oluyor hemde aldığı sorumluluk kendini iyi hissettiriyor...

Bir de komik olaylar, hoş anlar yaşanıyor haliyle...

Kalkanlara bayıldı mesela Arda..Her daim kalkanları kontrol ediyor yerli yerindeler mi diye. Meme koruyucu diye açıkladım işlevini, her daim  "koruyucun nerde?" diye gelip bakıyor, takmışsam rahat ediyor, takmamışsam bulup getirip kendi elleriyle yerleştiriyor. Bazen kendi göğsüne yerleştirmeye çalışıyor, bazen de Aylin' in veya benim kafama şapka yapıyor :)

Bir gün Aylin memede boğuşurken, Arda "Nooluyo anne?" diye sordu. "Bilmem ki, ben de anlamadım. Belki karnı ağrıyordur, belkide memede süt bitmiştir" dedim. Yüzünü en ciddi ifadesine büründürerek "Üzülme bebek, baba sana merketten süt alır!" dedi, koptum! :)

Bir akşam Aylin yine memede, Arda da her zamanki gibi tepemde. Birden Aylin'in kafasını yalamaya başladı, "Napıyorsun oğlum? diye sordum,
"Aylin'in kafasını yalıyom anne"
"Neden?"
"Bilaz tadı çok güzelmiş ama anne!"

Bir de hastanedeki hemşireler gibi bir güzel meme ucunu tutup Aylin' in ağzına yerleştiriyor ki bu çok acayip. Aynnı ustalık ve çeviklikle hop diye kavrayıp veriyor memeyi kardeşine :) Ah tabii, bir de akıl veriyor annesine, yol gösteriyor: meme ver anne, istemiyor anne, karnı doymuş gazını çıkart anne, kakasını temizle anne diye...

Ara ara Arda' nın bebekli hayat üzerine incilerini yazmak üzere...bir adet emzikli foto!!!

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...