31 Aralık 2010 Cuma

Kaplan yılı




Hediyelerimiz hazır..
1-2 tanesi dışında hepsi özenle ve sevgiyle gece köründe paketlendi..
Bu akşama sahiplerine ulaşmak üzere bekliyorlar..
Geçen sene havamda değildim..uğraşmamıştım pek..kıyrıtık şeylerle geçiştirmiştim..
Bu sene özendim..
Hem artık az paraya iyi hediye yapabiliyorum..uzman oldum ;)

***

Akşama ananelerde yemek..
Doruk-Bilge-Ekin..ve biz..ve anane-dede..
Yemek sonrası eve dönüş..Yolda sıpa uyku alemine göçer sanıyorum..
12 ye doğru tüm hamile ve yeni doğurmuş arkadaşlar bize gelecek..
İçebilenlere şampanya..içemeyen garibanlara Uludağ gazoz..
Yok yok, bi bardak içeriz be, o da gazoz sayılır mübarek :)
Panettone, cips, kuruyemiş, ohh büyüsün totolarrr..
Odunumuz da yok yaa, şöminenin boynu bükük kalacak :(
Monopoly, tabu, sessiz film..
Kuvvetle muhtemel Victoria's Secret şovu..
Dedim ya karılar ya hamile ya yeni doğurmuş ;)

***
2010 benim senemdi..
Kaplan yılı..
Ben hem aslanım..hem kaplan..
Biraz saldırganım..vahşiyim..öyleymişim yani..
Tevekkeli değil, İzmir' deki iş yerimde takma adım "Artiglio" (pençe) idi..
Kaplan yılı güzel geçti..
Hele yaza doğru pek bi güzelleşti..
Doğum sonrası kendime geldiğim bir dönemdi..
Yüzmeye döndüm..boğazları geçtim...gurur ve sevinç yaşadım..
Hemde bir tanesinde karnımda bir canlı ile geçmişim haberim yok :)
Evet evet..beraber yüzmüşüz 2. toti ile..
Bana güç vermiş azgın dalgalara karşı boğuşurken..
6 km. boyunca anasına destek olmuş..kuvvet vermiş..
2010 bana çok güzel bir sürpriz yaptı..
Umarım kendisi 2011 de sağlıkla katılır aramıza..
Büyüyünce beraber Manş' ı geçeriz birlikte kimbilir..?

***
2011 için siparişlerim:

Güzel bir doğum, sağlıklı bir mini Toti, kendime aklı selim, sakin bir lohusalık, Arda Toti' sine güzel ve eğlenceli bir kreş başlangıcı, baba Toti' ye kovaladığı işlerde bol şans ve başarı..tabii akabinde ailemize gani gani mangır :) ve herkese, hepinize bol sağlık, vatana millete huzur, refah ve arınma, tüm dünyaya barış ve silahsızlanma....arkası uzun..genel olarak bu minvalde işte..

Hadi bakalım..Ho Ho Hooooo! :)

30 Aralık 2010 Perşembe

Ayrıntı..

Geçen cuma günü (14.12) ayrıntılı ultrason için Arda' yı doğurtan eski Dr. umuz Prof. Dr. Özgür Deren' e gittik. Şimdiki Dr. umuz Aslı Hanım ayrıntılı için Ankara' nın klasikleşmiş 2-3 ismini önermiş sonrada Arda' nınkini kimin yaptığını sormuştu, yanıtımız üzerine yine kendisine gidebileceğimizi söylemişti, bizim de tercihimiz zaten bu yönde olacaktı..

Bu ayrıntılı ultrason (A.U diye analım artık) başlı başına ayrı bir sektör sanki. 20-22. haftalarda istenen bu tarama için belli başlı bir kaç isim var, bütün kadın doğumcular hastalarını onlara yönlendiriyor. En azından Ankara-İstanbul için böyle. Normal takibi hastane vaya muayenehanede rutin olarak bir Dr. tarafından yapılan gebe, haftası gelince kendi Dr. unun önerdiği dışarıdaki uzmana gidiyor, böylece belkide daha "ileri" bir ultrason cihazı ile "başka bir göz" daha görmüş oluyor bebeği..Amaç anomali riskini en aza indirgemek..Bu işlemin bedeli çok da ucuz değil, 400-600 TL. civarında değişiyor Ankara' da, İstanbul' u bilemiyorum, eminim daha tuzludur...

Ankara' da bu A.U. için önerilen isimlerin uzmanlık alanları da farklı, kimisi kadın doğumcu, kimisi radyolog, kimisi nükleer tıpçı. Kimisinin muayenesi dillere destan; 40 dakika sürüyormuş, yanağındaki beni bile görüyormuş, annesine benzeyecek demiş, hakikaten bebek hık demiş anasının burnundan düşmüş filan..Kimisinin de illaki şöhretini gölgeleyecek hataları var dilden dile dolaşan; efendim bu kadar uzman ve meşhur bir Dr. nasıl da damak yarığını farkedemedi yada koskoca filanca yemek borusu anomalisini atladı vs..

Arda' nın zamanında, tam da 20. haftamda karar vermiştim Ö. Deren' e gitmeye. Bir önceki Dr. uma veda etmiş, Hacettepe' de kendisinin rutin takibine girmeye karar vermiştim. İlk görüşmemizdi, kısa bir girizgahtan sonra neden Dr. değiştirdiğimi filan anlatmıştım sonrada muayeneye almıştı beni. Asistanlar bir takım ölçümler yapmış sonrada kendisi gelip üzerinden geçmişti tüm verilerin. Muayene bitip de tekrar konuşma faslı başladığında şöyle bir diyalog geçmişti aramızda:

"Şeeyy, pardon, benim tam da A.U. zamanım sanırım, beni kime yollayacaksınız??"

"E yaptıkya işte A.U. içerde!"

"Yaa? Ama ben hep duyuyorum 40 dakika filan sürüyormuş..yani..öhhöm..." (hem biraz mahçup, hemde hafif hayal kırıklığı ile..Çünkü hep duyoyordum, tepeden tırnağa incelenen bebeği, orası burası hakkında detay, milletin ellerinde 3 boyutlu fotolar..)

Kendisi bana; bu A.U. işinin ne kadar abartıldığını, bakılması gereken asıl önemli 8 nokta (hatırladığım bu, yanlış olmasın) olduğunu, onların detaylı şekilde ölçülmesi gerektiğini, geri kalanın fasa fiso olduğunu, bebeğin kime benzediği veya burnunun hokka gibi olup olmadığının işin magazinsel boyutu olduğunu, kendisine Anadolu' nun her yerinden sırf bu A.U. için bir dolu hasta geldiğini, tabii ki dışarı hasta yollamadığını çok daha detaylı ve teknik olarak anlatmıştı. Zaten sonradan anlamıştık kendisinin riskli gebeliklerde ve ileri düzey ultrasonografide uzman olduğunu..

Gelelim geçen cumaya. Özgür Deren' in Hacettepe' deki yaklaşımı ile özeldeki yaklaşımın farkını merak ediyordum en çok. Acaba kendisi de özel muayenehanede "40 dakikacı" ve "magazinsel bilgici" olmuşmuydu? Bu hamilelikte kendisine gitmediğimiz için bizi nasıl karşılayacaktı vs....

Ultrason kısmı toplam 15 dakika kadar sürdü sanırım. Meşhuur 40 dakikacı M.S. kadar olamamış yani :))

Tüm taramaları naklen aktardı bize, "Şimdi mesaneye bakıyoruz, şimdi böbreklere, hmm gayet iyi, bilmem kaç santim, haftasıyla uyumlu" gibi hep içimizi ferahlatacak şekilde konuştu bizimle, ölçümleri yaptı, asistanı not aldı. Sonra başa dönüp hepsini tekrar taradı ve asistanla kontrol ettiler. En son bir kaç pozu da 3 boyutta gösterdi, tüm magazin buydu. Gayet yeterliydi bence. Zaten karnıma 40 dakika ultrason tutulup da içerdekinin o kadar zaman ses dalgasına maruz kalmasını ben şahsen hiç istemezdim..

Sonucumuz iyi çıktı, yani herhangi riskli bir durum görmedi, zaten bu A.U. nun normalde yüzde 1 lerde dolaşan riskleri binde 1 lere indirdiğini söyledi..Hiç bir tarama zaten riski sıfıra indirmiyor..

Biz Arda' nın takibi ve doğumunda ve bu seferki A.U. deneyimizde de kendisinden çok memnun kaldık. Mesleki bilgisine ve birikimine güvendiğimiz, gayet keyifli ve güleryüzlü bir Dr. kendisi..Herşeyden önce çok sakin ve hamileliği bir hastalık gibi algılamayan doktorlardan birisi..Yüzmeye devam etmem için yine gaz verdi bana :)

Doktor seçimimizi anlattığım "kadın kasap" yazımda anlattığım gibi şartlar uygun olsa idi, hiç düşünmez tüm takibi yine kendisi ile yapardım..

Sadece A.U. taraması için veya düzenli takip için Dr. arayanlara tavsiye olunur..Ulaşmak için ismini Googlelamak kafidir :)



27 Aralık 2010 Pazartesi

O biiiiiir....

Kııııızzzzz!!!! :)



...


Bu da abisi ;)

26 Aralık 2010 Pazar

Gebeş Ana Toti..biraz değişik..hepsi bu..

Şu günlerde, gözlerimin ota boka dolmaya başlamasıyla ve turşu yemek için yanıp tutuşmamla hamile olduğumu idrak etmeye başladım..Nihayet!
İlk aylardaki şaşkınlık yerini yavaş yavaş garip bir vurdumduymazlığa bırakmıştı ama son bir iki haftadır hem amniyosentezin etkisiyle hemde -sanırım- hormonal dalgalanmalar nedeniyle çok daha anaç bir havaya büründüm..Ofisteki muhasebecimiz bile "Sen son zamanlarda bayağı bir yumuşadın, tatlılaştın, yaradı bu hamilelik sana" dedi..Kendisi beni biraz sert ve cadoloz bulduğunu daha önceden belirtmişti :)
Neyse, hazır idrak etmeye başlamışken biraz hamilelik notu alayım..
Arda 1 yaşındayken yazmaya başladığım için, onun hamilelik dönemi yok burda, hem o dönemi anayım hemde çok farklı giden 2 hamileliği kıyaslayayım..

En başından başlarsak;

Arda' yı biz çağırmıştık, zemini hazırlamıştık :) Evleneli 1 yıl olmuştu ve bende yaş itibarı ile pek de çıtır sayılmazdım, o yüzden daha fazla beklemenin gereksiz olduğunu düşünüyordum. Ancak daha sadece düşünme aşamasındayken, yumurtalıklarımda kistler (meşhuur çikolata kistlerinden) olduğunu öğrendik ve araya bir ameliyat sıkıştı, sonrasında toparlamam, o zamanki işimle ilgili sıkıntılarım filan derken bir müddet daha erteledik ve işimi bıraktığım ay, harika bir datça tatili sonrasında haberi aldık.
2 no. kendi kendine gelmeye karar vermiş..kapı bile tıklatmadan.. :) Daha yeni kendime gelmiştim, emzirmeyi bırakalı daha 3-4 ay olmuştu, yüzmeye dönmüş, boğazları geçmiş, egom pek bi güzel okşanmaya başlamıştı..Arda ile daha bağımsızdık, sabahları antremana gidebiliyordum yada bazen geceleri babasına bırakıp dışarı çıkabiliyordum..Ne bileyim keyfim pek yerinde idi, kısaca daha hazır değildim..Belki de bu yüzden kabullenmem biraz zaman aldı..(Not: Bir daha asla kimsenin "kaza" sı ile dala geçmeyeceğim, gerekirse Bart gibi tahtaya 50 kez yazabilirim bunu..)


İlk hamilelik evde geçmişti. İşimi henüz bırakmıştım ve yeni bir işe girmek için çok geçti. Dolayısı ile çok ama çok rahattım, vaktim boldu, ev işleri dışında başka bir sorumluluğum yoktu. İhtiyaç duyduğumda vurup kafayı uyuyordum, yüzüyordum, yoga yapıyordum, okuyordum, bildiğin prenses gibi takılıp gidiyordum.
Bu sefer çalışıyorum ve Arda faktörü var..Vakit az, iş çok, kanepede siftinecek zaman bile yok, prensesden ziyade emekçi kıvamında geçiyor günler. Hele ilk 3 ay fenaydı. Öyle yorgun, öyle uykusuzdum ki, Arda' yı uyuturken yanında sızmadığım gün yok gibiydi, hatta bazen onun uyku vakti daha gelmeden ben salonda bi köşede kıvrılıp sızıyordum..taa ki gelip beni dürtene kadar :)


Ruh halim bambaşka...İlkinde, herhalde her ilk hamileliğini yaşayan kadın gibi, mutluluk, merak, keşfetme arzusu, sabırsızlık, bilinmezin verdiği heyecan ve şüphe ile karışık hezeyanlar yaşıyor, bedenimdeki mucizeye kafa takık dolanıyordum. Haftalarımı çok iyi takip ediyor, ufak not defterime notlar alıyor, her hafta kilomu ölçüp yazıyordum. Gebelik.org başta olmak üzere interneti didik didik ediyordum..In the womb ve Story of a Journey belgeselleri gözyaşları pıtır pıtır akarak 2 şer kez seyredilmişti..
Bu sefer.. Hezeyanlar farklı..belki beklenmedik bir anda gelmesi, belki herşeyi tecrübe etmiş olmam, belki 2 çocukla nasıl kıvırırım endişesi, belki ilk seferinde zor geçen lohusalığın gözümü korkutması..yada hepsi birden...Ne haftamı takip ettim, ne kilomu..İnternette gebelikle ilgili hiç bir siteye giresim yok..Çok kayıtsızdım çok..ama dedim ya değişiyorum bu ara, artık haftamı biliyorum :) Yine de aklımdaki ilk şey "aman allahım ne acayip bir mucize bu" değil..Arda' nın nasıl kreşe başlayacağı, maddi olarak hem kreş hem Fatoş'u nasıl idare edeceğimiz, evde yeni bir bireye nasıl yer açacağımız vs..

İlk 3 ay: Şanslıyım, her iki gebeşliğim de rahat geçti. Mide bulantısı, kusma olmadı ikisinde de.. bu sefer belki birazcık daha hassastı midem, boş kalmaya gelemiyordu ama allahtan hiç klozetle sarmaş dolaş olmadık :)
Bu sefer iştahım daha azdı, zaten Toti' nin peşinde koşturmaktan (Memo' nun bel rahatsızlığı da tam bu döneme denk geldi) ve akşamları hemen uyuyakalmaktan abur cubur yemeye fırsatım olmadı, ilk 3 ay hiç kilo almamışım. Bu ara yalnız fena iştahlandım..Zaten diğerinden miras 6 kilo fazla ile başlamış olarak, bu sefer doğumhaneye 90 kilo ile filan mı giderim orası şüpheli!
.
.

Her çocuk nasıl farklıysa her gebelik de farklı, hem fiziksel, hem ruhsal..Şartlar değişiyor, kafa değişiyor, farklı noktalara takılıyor insan..tek değişmeyen şey sağlıklı bebek dileği..Amniyosentez sırasında daha iyi anladım bunu...Ayrıca insan etrafına biraz daha dikkatli bakınca ne saçma şeylere takıldığını farkediyor.. Yeri gelmişken..Biz bugün
Sarp' ın kermesine gideceğiz, çok kalabalık olur da Arda ile giremezsek bile kapıdan birer bilet alacağız..Sarp ve ailesine yardım için siz de gelin olur mu??

20 Aralık 2010 Pazartesi

2.5 yaş notları



Arda Toti' si 15 Aralık itibarı ile tamı tamına 2,5 yaşında bir velet oldu.
Düşe kalka büyüyor işte, biz de aynen düşe kalka öğreniyoruz onunla.
Kimi zaman büyüme sancılarını iyi idare ediyor, kimi zaman fena zorlanıyor ve akabinde krizler patlak veriyor. Biz de kimi zaman o krizleri iyi idare ediyoruz, kimi zaman fena çuvallıyoruz. Dellendiği zaman uzun sürmüyor, aniden duruluyor, daha gözyaşları yanaklardan taze taze akarken gülümsemeye başlıyor, uzlaşmaya çabalıyor. Bu ani değişime hem hayret ediyorum, hem de pek seviniyorum. Şu dikkati başka yöne çekme işi bazen söküyor, bazen bana mısın demiyor ama dedim ya çok uzatmıyor, en azından bu aralar böyle yani..
Bir gün diyorum ki "Arda nispeten sakin bir çocuk, bu 2 yaş dönemi çok zorlamaz bizi", diğer gün her zamanki gibi tükürdüğümü yalayıp, hay senin çenene diyorum. En çok hafta sonlarımız bu şekilde geçiyor, normal olarak, çünkü ailecek tam gün mesai yaptığımız tek zaman hafta sonu. Bazı C.tesi daha sabahından civelek bir şekilde başlıyor, başladığı gibi de gidiyor pazar geceye kadar. "İşte budur"! diyorum, kimi hafta sonu ise aynen başından kıçına berbat geçebiliyor..O zaman P.tesi sabah işe dar atıyorum kendimi.
Bu çalkantılı ruh halleri haricinde ufak tefek notlar alayım:

14 Aralık' ta Dr. kontrolü vardı. Acayip güzel muayene oldu, sırtı dinlenirken nefes alıp vermesi, daha Emel hanım ışıklı zımbırtıyı eline aldığı an kulaklarını uzatması filan çok alemdi. Emel Hanım şaştı kaldı. Bunda sürekli okuduğumuz "Doktorda" kitabının faydası var diye düşünüyorum. Hepatit aşısında da sadece bir "Gııyk" sesi çıktı o kadar. Çok akıllı usluydu yani öyle böyle değil :)

Boy: 93 cm, kilo 13.850 olarak ölçüldü. Persantilleri bilmiyorum, aklıma bile gelmedi sormak.

Yemek seçmeye devam..Çok daha ufakken hiç bir şeyi ayırt etmeden yutan, minicikken pütürlü herşeyi götüren bir çocuk için daha önceden pek öngöremediğim bir durum. Tadı, görüntüsü değişik hiç bir şeyi kabul etmiyor, hemen ağzından atıyor. Sebzeler halen çorba olarak sunuluyor ve bebek gibi kaşıkla başkası beslesin istiyor (kıl oluyorum) ama sevdiği şeylerde (sarımsaklı yoğurtlu mantı başta olmak üzere) çatalına kaşığına müdahale edersen vay haline..

Bir çocuk cerrahı arkadaşımız var, onun "evde ne pişerse önüne koyun, yemezse sen bilirsin başka bir şey yok diyerek sofradan kaldırın ve aç aç yatırın" tavsiyesi Emel Hanıma bu yaş için biraz katı geldi; "3 yaştan sonra daha pazarlığa açık oluyorlar, evde bu var, başka birşey pişiremem, istersen miktarını kendin belirleyebilirsin, hadi kendin al istediğin kadar tabağına vs..gibi... Şu anda inatlaşma yeme eyleminden iyice soğutabilir" dedi. Yine de evde pişenlerden muhakkak önüne koyulmalı, ona ayrı bir tabak olsa bile (mesela biz kapuska yerken önünde makarna olabiliyor) muhakkak yanında bizim yediklerinizden de konmalı, yemese bile görmeli falan filan...Zaten öyle yapıyoruz..genellikle..

Konuşma komik bir şekilde ilerliyor. Bu aralar "aaah olamaaaz" a taktı. "Aah olamaz, baba kule düştü!", "Aah olamaz, emmek bittit!"
Sorular çoğalmaya başladı: "Anne, leden kar laalö?", "Baba, leden duman çık?", "Futoş, leden alakabı giy?"
"V" ve "N" yerine hep "L" koyuyor: "Elet", "Mali", "Kület" , "Leden?" "Lapoosun?" vs...
Geçen gün 5 kelimeli bir cümle kurdu: "Anne, leden kırsımı balon pat??"
Herşeye muhakkak teşekkür eder oldu: "Teşekkini babası!"
Bir de uyduruk kelimeler var ki en sevdiklerim:
Abuli=Büyük
Pii=Küçük
Lütes=Güzel
Bu 3 uyduruk kelime bizim de dilimize pelesenk oldu..Pek sevdik kendilerini :)

6 gündür sürünen bir post oldu bu..burada lütes lütes bitsin bakalım...


13 Aralık 2010 Pazartesi

Yine..

İlk hamileliğimle ikincisini kıyaslayacağım bir yazı yazmaya hazırlanıyordum.
Biraz önce 3 lü testimin "high risk" li çıktığını öğrendim.
1/112
Amniyosentez öneririm ama sizin kararınız tabii dedi Dr.
.
.
Ilk hamileliğimde de aynı şey başıma gelmişti. İkili test 1/27.000 mi neydi sonuç, 3 lü testte 1/350 ye çıkınca risk, amniyo. istemişti o zamanki doktorum. Bu sefer de aynı..İlk test gayet iyi çıkıyor, yüzdesini hatırlamıyorum, ama 3lü de 112 de bir e çıkıyor risk. Yaş riskim 1/250 iken rakamın onun da altına düşmüş olması "high risk" kategorisine sokuyormuş...

Daha sonra duymuştum ve bazı yerlerde okumuştum; 3lü test bitiyor, Avrupa' da kalmadı bile, İstanbul' da çoğu Dr. yapmıyor filan falan..Gerçektende şu an hamile olan birkaç arkadaşımdan bazılarının Dr.ları hiç istemedi bu testi..Çok bilimsel bilmiyorum bu testler nasıl, nedir, nedendir..2li de ense kalınlığı ve kan ortak veriler veriyor ama 3lü de nelere bakılıyor, hangi veriler baz alınıyor bilmiyorum..İnternetten açıp da okuyasım da yok zaten..

İlk seferinde "risk fazla, amniyo yapalım" ı duyunca hüngür hüngür ağlamış, sonuç bekleme evresinde adeta hayata küsmüştüm. Bu sefer ağlamadım (henüz), sonuç bekleme evresi nasıl geçer bilmiyorum ama sakinim, ancak insan bir insan doğurduktan sonra işin etik kısmını daha çok düşünüyor ve o noktada kendimi korkunç hissediyorum, çıkmaz sokak, 2 ucu boklu değnek ne dersen de..Her iki seçeneği de düşününce kulaklarım uğulduyor, beynim zonkluyor...

En başa dönersek, belki de en büyük fark bu, canım o zaman ne çekiyordu, şimdi ne çekiyor diye yazmaktan daha kısa ve öz..

10 Aralık 2010 Cuma

Yoga anektodları

Banu'yla yogaya başladık biz, pre-natal yogaya, yine aynı yerde, yine Pınar Canko ile.
Arda' da testler ve haliyle amniyosentez bitince başlamıştım, aman herşeyin yolunda gittiğine emin olayım da diyerek. Ve son günüme kadar devam ettim. 40+2 bir cumartesiydi ve ben dersimi yapmıştım, aynı şevkle ve keyifle, ertesi gün 40+3 de Arda geldi zaten..
Banu' da Mira' ya hamileyken gitmişti, ama ay farkından aynı sınıfta olamamıştık..

Neyse, bu ikinci hamileliklerimizde ikimizde biraz "oralı olmadığımız" için, "Hadi" dedik, "havaya gireriz hem!" :) Şaka bir yana, acayip faydasını görmüştüm, yine göreceğimi biliyorum. Esnetmeler, gevşeme, odaklanma, egzersiz (hem de en kas ağrıtan ve ertesi gün tutulmaya sebep olanlarından) nefes teknikleri, kegeller filan..Hem kendime ayrılmış sakin saatler olarak görüyorum yoga saatlerini hem de bedenime fayda sağlayan bir aktivite olarak.

İlk yoga sınıfımdan 2 tane arkadaşım var bu arada, hala görüşüyoruz. Hatta geçen cuma hepimiz bebeleri satıp kocalarla beraber balık yemeye meyhaneye gittik, pek keyifliydi. Doğumlarımız peşpeşe olmuştu ve biz sudan çıkmış balıklar şeklinde sürekli telefonlaşıyorduk, senin ki nasıl, emme nasıl gidiyo, memeler yara oldu mu, kac saat uyuyor gibi ilk başlarda merak ettiğin ve acaba sadece bizde mi oluyor? diye sızlandığın konularda konuşup fikir alışverişi yapmak üçümüzede iyi geliyordu. Bebeler azıcık kıvama gelince görüşmelere başladık. Her cuma öğleden sonra birimizin evinde, hava güzelse parkta bahçede. O zaman akşamüstü de uyudukları için herkes bir ara evin çeşitli odalarına dağılıyor, ha gayret bebeleri uyutuyor sonrada ohhh çaylara böreklere keklere yumulup muhabbet ediyorduk. Bir nevi gün gibi, bebeler ufak olduğu için paylaşım, oyun filan hikayeydi, belki kendileri gibi ufak yaratıklar görmeleri iyi oluyordu tabii ama daha çok bize terapi gibiydi :)
Zamanla iş güç sebepleriyle bu kadar sık görüşemez olduk ama dediğim gibi yine de arada görüşüyor, konuşuyoruz. Bu arada Defne ve Irmak' ın annelerine burdan selam, kızlara da kocaman birer öpücük yollayayım ;)

Ben bu post yazma işine hep kafamda başka bir şeyler ile başlayıp, yazarken dağılıyorum..Aslında sadece ufak bir anektod anlatacaktım yahu!

Geçen gün yoga dersindeyiz, iş çıkışı saat olduğu için sayıca azız. Banu, ben ve 2 kız. Esnetmeler yapılırken biraz geyik de dönüyor. Laf emzirmeye geliyor bir şekilde, kızlar benim 22 ay emzirdiğimi Banu' nun "halen" devam ettiğini duyunca şok geçiriyorlar, inanamıyorlar, hayatta yapamayacaklarını söylüyorlar.. Emzirmenin çaba gerektiren bir şey olduğunu söylüyorum, ilk başta yılmasınlar diye, fazla da uzatmıyorum, zaten muhabbete de pek hevesli değiller..
Çıkışta Banu beni kapıda beklerken, montumu almaya gidiyorum soyunma odasına, onlar hala sınıfta konuşuyorlar, sınıfın önünden geçerken şu sözleri duyuyorum bölük pörçük: "O ne öyle canım emzik gibi? Emzik koy ağzına daha iyi..ıyyy!"
:)
Kınamıyorum, eleştirmiyorum..Ben de doğurmadan önce emzirme konusunda biraz çekimserdim, yok yani emzirmem demiyordum, kesin emzirecektim de sanki çok huylanılacak birşeymiş gibi geliyordu, ilk 3 ay gerçekten bayağı sıkıntı çekmeme (yaralar, emdi emmedi kompleksim) rağmen çok ama çok inat ettim ve 4. ayda işe başlamama rağmen sekteye uğramadan sürdü..Ne yara kaldı ne birşey..Sadece acayip bir haz ve keyif..

Onlar da kendi yollarını bulacaklar, belki inatla devam edecekler, belki uff almıyor işte napalım diyerek bırakacaklar, kendi bilecekleri iş..Ama içimden onları kendi halinde laktivist Açalya' ya workshop yapmaya göndermek geldi valla ne yalan söyleyeyim!! :)

7 Aralık 2010 Salı

Kadın kasap

Nedenini bilmiyorum, jinekoloji müessesesi ile tanıştığım günden beri hep kendime erkek jinekologlar seçmişimdir. Neden daha rahat olabiliyorum, neden daha çok güveniyorum bilmiyorum ama her zaman ya kendi seçimimle yada şartlar, kişiler yönlendirdiği için kendimi hep erkek doktorlara teslim ettim. Yanlizca bir kere, üniversitedeydik, annem arkadaşım Didem'le beni, kendisinin bir arkadaşı olan kadın bir doktora götürmüştü. Tek "bayan" doktorum o olmuştu..bir kerelik.
..
Henüz 2. ye hamile değilken, bu yaz bir düğünde Ankara' nın meşhur kadın doğumcularından biri ile tanıştım, hani şu havalı caddelerden birinde havalı muayenehanesi olanlardan. Çok samimi bir ortam, kafalar biraz iyi, muhabbet ediyoruz. İlk doğumumla ilgili konuştuk, normal doğum takıntımdan bahsettim, laf döndü dolaştı "bir daha hamile olursam" a geldi ve ben yine Ankara' da bilinen bir kadın doktorun ismini verdim. "Doğal doğuma çok önem verdiğini biliyorum, bir daha hamile olursam ona giderim herhalde" dedim. Durdu, baktı ve "Kadın doktor mu? Sen hiç kadın bir kasap gördün mü? Kadınların panik yönetimi sıfırdır, kuvveti azdır, manevra kabiliyeti düşüktür, dolayısı ile ben olsam hayatta bir kadın kadın doğumcu tercih etmezdim" dedi.
...
Derken ben hamile kaldım, kendi kendime yaptığım kan testi ile kesinleşince durum, hemen dr. arayışına girdim. İlk doğumumu yaptıran ve kendisinden çok memnun kaldığım (gerçi kendisi nereden bulduysa benim bu blogdaki doğum hikayemi okumuş ve sonunda kendisine teşekkür etmediğim için sitemli bir yorum bile bırakmıştır postun altına! İnanmayan baksın, ben dumur olmuştum) Sayın Prof. Dr. Özgür Deren' e gitmeyi çok isterdim ancak maddi olarak kendisinin muayenehane ücretini kaldıracak durumda değiliz şu ara maalesef. Hastanede takip edilmem ise söz konusu bile olamaz zira bu sefer çalışıyorum ve Hacettepe koridorlarında saatlerce bekleyecek vaktim yok ilkindeki gibi..Aynı şekilde yukarıdaki diyalogda bahsi geçen doğal doğumcu kadın dr. a da gidemiyorum..O ücret bu ücret derken, bir şekilde Güven Hastanesinde iş yerimden dolayı indirimim olduğunu öğrendik ve çocuk doktorumuz Emel Hanım' ın tavsiyesi ile Dr. Aslı Yücetürk' e gittik.
..
Hamileliğimi öğrenen yakın çevre soruyor; "Doktorun kim?" İsim veriyorum, pek tanınan bir doktor değil ya, Prof filan da değil, "Hımm" diyorlar, bilemedim gibilerinden, sonra "Ya kadın doktora gitme ya, o hastanede falanca var (falanca erkek) iyi bir doktor, ona dön sen."
Bu tavsiyeyi doktor yakınlarımdan aldım genellikle, "Bak tanıdığım iyi bir Dr. var (erkek) ona gidebilirsin, daha başındasın, değiştir istersen.." Yada hekimlikle alakası olmayan arkadaşlarım: "Ay ben hayatta gitmem kadın jinekoloğa" yada "Aman kadın jinekolog mu olurmuş, boşver erkek bir tane bulalım" Bu tavsiye ve yorumlar çoğaldıkça düşünmeye başladım, neden böyle bir önyargı var acaba? Hekim olanlar dışındakileri pek eleştiremiyorum, zira başta anlattığım gibi bende de bir erkek jine. saplantısı vardı, gerçi hiç kimseyi kadın dr.a gidiyor diye eleştirmedim yada seçiminden döndürmeye çalışmadım ama..neyse. Fakat hekim arkadaşların yorumlarını gerçekten yadırgadım, nasıl oluyorda meslektaşları hakkında böylesine bir cinsiyet ayırımcılığı yapabiliyorlar? Hele en baştaki sen hiç gördünmü kadın kasap şeklindeki yorum beni benden almıştı..
..
Velhasıl, bu tepkiler ve yorumlardan sonra henüz kararsız olan ben, önemli bir terslik olmaz ise Aslı Hanım'la devam etmeye kesinlikle karar verdim. Benim için şu anda doktorun ne cinsiyeti ne de profösörlük ünvanı önemli, sadece benimle yakından ilgilenmesi ve abuk subuk sebepler sunarak beni kesmemesi önemli. Hem yıllardır ebeler doğurtmamış mı Anadolu' da kadınları, yurtdışında hala ebeler var, çoğunluğu da kadın. Bu cinsiyet ayırımcılığı hakkında daha derin şeyler diyesim vardı ama hamile beynim işyerinin kalabalığında anca bu kadar toparlayabildi...

Sonuç, ben kendimi Aslı Hanım' a teslim ediyorum, yorumların inadına..Başka bir Dr. arayışım bitmiştir, heleki işyerimden birinin eşini bayramda normal doğurttuğunu duyduktan sonra daha bir rahatladım..."Bağyan doktorum" a, kadın kasabıma kendimce destek oluyorum bu erkek egemen, ayırımcı toplumda...

Merak ediyorum, burayı okuyanlar hangi cins DR. tercih ediyorlar ve neden?

Girl Poweeeeerrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrr!!!! :-)

1 Aralık 2010 Çarşamba

Şaşanııınnn!!! (*)

İşte en sevdiğim ay geldi çattı!

Demiştim ya, pis bir özentiyim ben. Küçükken içime noel ruhu kaçmış benim, her sonbahar geldiğinde hop oturup hop kalkan, Aralık geldimi de iyice coşan bir ruh..Bu sene pek kıvamında o ruh, Kasım ayından beri dürtükleyip duruyor beni...İstiyorum ki hemen bu akşam süsleyelim ağacımızı, geçen sene yapamamıştık ağaç, Toti ağaçlara pata küte giriyor, evdekini de kucaklamak sureti ile devirir diye, yanıp sönen lambaları mıncıklar filan diye, ondan belki bu sene bu coşku hali..
Neyse işte hemen ağacı kuralım istiyorum, Tunalı' da her yer ışıl ışıl olsun istiyorum, her dükkan daha bir çok süslensin, ben o dükkanlara girip çıkıp alışveriş yapayım, bi dolu hediyecikler alayım, renk renk paketleyeyim, şimdiden ağacın altına koyayım istiyorum..Fonda bu şarkı ile..


Bir hafta sonu evde harika bir parti verelim istiyorum, Toti' yi büyüklerden birine şutlatıp, bir dolu arkadaş çağırıp geç saatlere kadar yiyelim, içelim, dans edelim istiyorum..Hatta ev yapımı glühwein hazırlayıp, evi süsleyip, her gelene küçük ve komik hediyecikler verelim, azalım, kuduralım istiyorum..



Bu ay evde mütemadiyen zencefilli tarçınlı kurabiyeler, meyveli kekler pişsin, kokuları kahve kokusuna karışsın istiyorum..



Toti yüzünden değiştirdiğimiz salonu eski haline getirelim, şöminenin önündeki kanepeyi kaldıralım, odun alalım, eski kışlarda olduğu gibi her akşam ateş yakalım, ışıkları söndürelim, elimizde şaraplarımız hipnoz olmuş gibi ateşi seyredelim, çıtır çıtır sesini dinleyelim istiyorum..


Hatta, 2007 deki gibi, 1 hafta, 10 gün...hadi 5 gün de olur, Viyana' ya yada Almanya' ya gidelim, akşamları noel pazarlarında yiyelim, içelim, sıcacık glühwein içelim, yanaklarımız al al olsun, ıvır zıvır alalım, rengarenk ışıklar içinde ruhlarımız şenlensin istiyorum..


Bir de anne yanım sevinse de bu pastırma havasına, cüce parklarda sektiği için, özenti noel ruhum pek bir bozuluyor..kar yağsın, soğuk olsun istiyor..20 derece güneşli havada noel ruhu mu olurmuş canım? Hem bu halde şömine yakarsak karşısında atlet don oturmamız gerekecek, hiç de kafamdaki resme uygun bir kılık değil! :)


Arda Toti' si karnımda 3 aylık, Viyana' da marketleri arşınlıyoruz. Hava eksi 10.

(*) Başlık: Yaşasıııınn!! Arda dilinde :)

30 Kasım 2010 Salı

plansız..programsız..



Fotoğraftaki çift çizgiyi göreli neredeyse 2,5 ay oldu..
Şaşkınlık hali geçti sayılır, asayiş berkemal..
Hala ara ara "nasıl yani?" lesem de..
İlkinden farklı bir ruh hali içinde olsam da..
İçimde bir canlı büyüyor..

21 Ekim 2010 Perşembe

Anlat evladım...

3 yaşına kadar işaret parmağıyla bir şeyleri "ıh ıh" diye göstererek derdini anlatmaya çalışmış, 1,5 yaşında papağan gibi konuşan abisinin ardından 3 yaşını devirdikten sonra "eh lütfen" dili açılmaya başlamış e haliylede anasını illet etmiş, derdini anlatamadığı için kendisi de epey asabi bir şahsiyet olmuş olan bir ananın, "kesin bana çekti" serzenişlerine inat, çok acele etmese de konuşma konusunda kendince büyük adımlar atıyor Arda Toti' si...
2 yaş sonrası kelime tekrarları ile start alan konuşma macerası şimdi 4 kelimelik basit cümlelerle sürüyor, derdini anlatıyor, ne istediğini ne istemediğini açık seçik ifade ediyor. Çoğu zamanda bildiği kelimeleri aralara serpiştirerek motorize bir şekilde anlamadığım bir şeyler anlatıyor, kalakalıyorum..Makara gibi bıdır bıdır birşeyler anlatıyor, sıralıyor, kendince uydurduğu kelimeler ve arada anlamlı kelimelerle destan yazıyor, acayip mimiklerle, hayret ifadeleriyle, kaşları çata çata yada üzgün ifade takınarak.."Yaa öylemi olmuş? Hay allah!" diyorum..."Yaaa!" diyor ellerini yanlara açarak. (Valla öyle oldu ama çare yok! der gibi)
Bazen de anlatıp anlatıp, gülme efekti yapıyor, "hehehehehehe" diye, bi de "komik!" ekliyor sona. O zaman "Ahh gerçekten mi? Hakkaten komikmiş!" diyorum, diyaloğa katılıyorum ama pek bir şey anlamıyorum :)

Ben ufakken annemin cüzdanını karıştırmaya bayılırdım, en sevdiğim köşede, katlanmaktan hafif yıpranmış bir sarı bir kırmızı iki tane kağıt olan bölümdü. O renkli kağıtlarda benim ilk söylediğim yada komik olarak söylediğim kelimeler yazardı, yanlarında açıklamaları ile..Oturup her seferinde aynı iştahla okur, güler, annemi aynı biteviye sorularımla bunaltırdım...Şimdi yazarken düşündüm de abime ait öyle bir kağıt yoktu, 2 kağıt da benimdi. Demekki ben 3 yıl sonra konuşunca o kadar sevinmişki annem, olayı kaydetmeye karar vermiş!! Yada abimin hızına yetişemeyip onunkileri kayıt altına alamamış, ben gayet yayarak ilerlediğim için oturup yazmaya fırsatı olmuş! :)
Bu kağıtları umarım bulurum, scanleyip buraya koymak müthiş olur! Neyse diyeceğim o ki, devir değişti, ben de burada yazayım bazı hoşuma giden kelimeleri...Bu blogların 20 yıl sonra ne olacağından biraz şüpheliyim ama zaten oturup kağıtlara yazsam da annem gibi onları 30 yıl cüzdanımda veya herhangi bir yerde saklayacak kadar düzenli ve arşivci bir ruha sahip değilim...Ama ne yalan söyleyeyim, o kağıtlardaki kelimelerimi annemin el yazısı ile okumak kesinlikle buradan okumaktan bin kat daha anlamlı ve güzeldir...
Gelelim Toti' nin "top 10" una: (benim favoriler)
Kolaka: koala
Donus : domuz
Simoli : Süleyman Bey (kapıcımız)
Lebeden : merdiven
Geli geli : gel gel
Ulu: uyu!
Ulan : uyan!
Kardana : kardanadam
Kırsımı : kırmızı
veee en favorim:
Halay şipenk : havai fişek

Diyaloğumuzun artacağı, bilgiç bilgiç konuşup beni hayretlere düşüreceği günleri iple çekiyorum :)


Fotolar tastamam geçen seneden. İştah 10 numara olan 12.10.09 tarihli, banyo rehaveti 01.10.09 tarihli.

6 Ekim 2010 Çarşamba

Tatil hurca girdi..!


Üzerinden zaman geçince yazmayı planladıklarımın tadı kalmıyor. Ha bugün, ha yarın derken, aman fotoğrafları ayıklayayım da öyle yazayım derken tatilin üzerinden zaman geçti ve şimdi içimden pek de tatil yazısı yazmak gelmiyor..Nasıl gelsin? Hava aniden buz oldu, ev buzdolabı kıvamına geldi, totolar dondu, eller buz kesti, yorganlar çıktı alelacele, en nefret iş yazlık-kışlık devir teslimi bir akşam yemek sonrası apar topar yapıldı, gayet sallapati bir şekilde...Haliyle şu anda çalışma odası bomba patlamış gibi...Kendi evimiz olsun, çok paramız olsun, bir oda 4 duvar dolap ve raf olacak, hiç bir kışlık veya yazlık kalkmayacak, hurç denen kavram külliyen hayatımdan çıkacak...diye bekliyorum!
Bir de bu kışlık veya yazlık çıkınca, ortada bişey bulamamak bana mı mahsus acaba? Dün, geçen kış üzerine itina ile "ıtır kışlık" yazdığım hurcu çalışma odasının ortasında ters çevirip salladığım vakit, yere dökülen hiç bir nesneden memnun kalmadım ve "yahu geçen kış ne giyiyormuşum ben kuzum?" dedim kendi kendime...
Bekarken giyime kuşama para harcamaya bayılırdım, kozmetiği anlatmayayım bile...Ama evlilik sonrası ne oldu ise pahalı kozmetiği hayatımdan çıkardım, sadece göz altı morluklarımı (ki bayağı heybetliler) kapatmak için iyi birşey alıyorum, onun dışında "olay" veya "eucerin". Hesaplı, kitaplı ve bence gayet yeterliler...Neyse, giyimde de cimrileştim, eskiden cart diye ödediğim fiyatlar artık bana "oof ateş pahası yahu!" geliyor. Bir de hamilelik sırası ve sonrasında ki beden değişikliği ile beğendiğim şeylerin üzerime tam olmaması, kendimi beğenmeme ve bebek varken çarşı gezme panik atağı ile giyim kuşam alışverişide bayağı bir sekteye uğradı...Velhasıl dünkü hurçtan bir b.k çıkmadığı için üzerime karabasan çöktü, alışveriş karabasanı...

Yine tatilden nasılsa buralara geldim...Tatili anlatacaktım ben...Ama dedim ya bu soğukta, bu hurç sorunsalı ile yüzyüze iken hiç te tatil yazasım gelmedi :)

Hepi topu 1,5 haftalık tatilimiz güzeldi..Foça' da 3 kuşak, çoluk çombalak, Memo' nun çocukluk arkadaşları ile geçen 3 gece 3 gün harikaydı, Sonra 1 gün oy için Ankara' ya dönüş ve sonuç çok can sıkıcıydı, daha sonraki 1 haftalık Çeşmealtı huzur tatili ise harikaydı..Gezdik..Karaburun' a Alaçatı' ya gittik..Karaburun' a aşık olduk..Arda totisi bir melekti tatilde...Hep okuyorum bloglarda, tatilde düzeni, yemesi içmesi sapıtan çocukları...Bizimkisi bir melek oldu, 1 kere gık demedi, kriz yaşanmadı, konuşma ilerledi, uykular 10 numara gitti (bir akşam 19:30 da uyuyup ertesi gün 08:00 e kadar deliksiz uyumuşluğu var!) yemek ise 100 numara!! Son zamanlarda balığa küsen toti, balık çorbalarını, taptazecik kalamarları, mis gibi ızgara balıkları löp löp yuttu, sandalyesinin altına toplaşan kedilere hava attı: "Kedi bak, Arda mama!" dedi durdu, sonra kıyamadı, bir kendi ağzına attı, bir kedilere. Yenen balıklar yüzünden içsel bir coşku yaşayan anne ise "Yok bir şey canım, gözüme toz kaçtı!" dedi etraftakilere :)
Velhasıl...Tatil sırasında kanatları çıkmaya ramak kalan oğlum, sanırım aynen bizim gibi tatil dönüşü depresyonu yaşadı ve "başlarım kanadına, haresine!" diyerek kırmızı boynuzları kafaya taktı! :)


18 Eylül 2010 Cumartesi

Arada kaynadı..kaynamasın!

Tatilin son 2 günü..
Yazacak çok şey var..Ama konsantrasyon sıfır..
3500 kadar foto çekmişiz..
Ne zaman ayıklar, seçer, tatil anılarını yazar, fotolarla bezerim bilemem..
Ama bu esnada arada kaynayan bir "olay" var..
Yazmamışım..
Yazılmayı hak ediyor..
Çok zorlu idi..
Sınandım sanki..
Bunu yapabildiysem herşeyi yaparım ben bu hayatta dedim :)
30 Ağustosta..Atatürk için, zafer bayramımız için yüzdük..Çanakkale boğazını geçtik..
Eceabat' dan Çimenlikkalesi' ne..
Yaklaşık 7 km.
İstanbul boğazından daha zor bir parkur..Birde balıkçı takviminde 31 Ağustosa denk gelen "mercan fırtınası" nın bir gün önce kopacağı da tuttu mu??
Pek şenlikliydi..midemdeki 5 litre deniz suyu ile midem bulanarak ve denizden yediğim dayak yüzünden beynim döne döne bitişe geldiğimde yeri öpecektim resmen..
Yaş kategorimde 1. olduğumu duyunca yaşadığım sevinci ve gururu nasıl anlatsam ki?? :)


İlgilenene sonuçlar...

8 Eylül 2010 Çarşamba

Referandumadumadumlu tatil




Yarın tatile gidiyoruz
Nicedir beklediğimiz 10 günlük tatilimize..
Yıllık iznin bir bölümünü kullanmaya..
Diğer bölüm ne zaman kullanılır, kim bilir..
Tüm yazı bozkırda geçirip, sıcakta kavrulduktan sonra..
Sırt ürpertisi ile mayoları valize koymak pek nahoş geldi..ayakta da "şoset" çoraplar..
....
Pazar günü tatile 1 günlük ara verilip, sabah uçağı ile dönülecek bozkıra..
Sandığa oy atılıp, belki bir de terastaki çiçekler sulanıp, akşamüstü uçağı ile dönülecek geri..
Denize..plaja..tatilin geri kalan kısmına..
....
Bugünü kirli yıkayarak, ütü yaparak, bavul hazırlayarak...
Tabii ki arada Toti'yi eyleyerek...
Ama her daim...Tayyibe, soyuna, sopuna, partisine, ekürisine, başımıza gelmesinde emeği geçen herkese saydırarak...kalaylayarak...
Oy kullanmayacağını duyduğum, çevremdeki "aydın" geçinen her bir bilinçsiz, cibiliyetsiz şahsa da teessüfler sunarak ve yine bir güzel kalayı basarak geçirdim...
Hazır mıyız? Hazırız heralde..

Fotolar 2008 Eylül Datça..Arda 2,5 aylık ve tipi çok komik, ben ise sarıkız, memeler belimde :)

7 Eylül 2010 Salı

Nenni olayları ve azcık geyik


Cuma günü 13:30 itibarı ile resmen "yıllık iznimin bir bölümünü kullanmak üzere" işe veda etmiş bulunuyorum. Son iş günümde de tüm ağustos boyunca yaptığım gibi, koşturarak, heycan ve stres yaparak, tırnaklarımı yiyerek yapmam gerekenleri yapıp, devretmem gerekenleri yarım yamalak devir teslim ettim, yine de çok huzurlu olamadan tatile ayrıldım, biliyorum tatilde telefonum çalacak bir çok kere :(
Blogu boşladım bu ay, yazacak nice şeye rağmen vakit pek kıttı..İş yerinde bir tek sadık yarim feysbukuma arada vakit ayırdım o kadar..Hayır eskiden akşamları da yazardım yada muhtemel postlar için foto seçerdim fekat artık gecelerde bir tuhaf, Arda paşayı uyuturken uyuyakalıyorum, istisnasız her gece, ayıldığımda yada koca tarafından dürtülmek sureti ile uyandırıldığımda ise öyle bir nalet öyle bir sersem oluyorum ki yapılan işten fayda gelmez..o kadar!
Emzirirken memede uyuyordu, benim de içim geçse de hemen ayılıp baygın Totiyi yatağa şutlayıp işime gücüme koyuluyordum..yemekse yemek, internetse internet, kocayla muhabbetse muhabbet filan..Arda zaten 9-9:30 arası uyuduğu için bana da bayağı geniş vakit kalıyordu..

Meme bitti omuzda masal dinleyerek uyumaya başladı bizim cüce. Eskiden ninni söylerdim meme emerken, artık kızıyor ninniye..Neyse bir müddet de böyle gitti..Sonra oda değişikliği oldu, evlenirken Baba totinin özene bezene kendisi için hazırladığı çalışma odasında nicedir gözüm vardı..Acayip aydınlık, geniş, yazın da serin bir odadır kendisi, Baba Toti çok faydalandığını iddia etse de oda pek atıldı bence, velhasıl dırdırlarımla beyin eti yiyerek amacıma ulaştım ve bir günde Dodo' nun da yardımıyla çalışma odası oldu sana evin küçük Toti' sinin odası. Taşınma esnasında Dodo "Çıkarın artık şu parmaklıkları" buyurdu, biz de itaat ettik..İşte o gün bu gündür, Arda yatağında paşalar gibi, ben de onun yanında yerde, 2 minderi bitiştirip üzerine tünemek sureti ile, beyfendinin sırtını kaşıyarak ve de masal anlatarak uykuya dalıyorum..
Velhasıl bu "yatarak" uyutma işi bana yaramadı, belki bu dönemde antreman yapmam da işin tuzu biberi olmuş olabilir, neticede akşamlarımız bitti..Arda daha fitaminken hep yaptığım üzere bu konuda da milleti cayır cayır eleştirmiş, ukala ukala ahkam kesmiş, çocuğuyla beraber uyuyan anneleri kocalarına ve kendilerine vakit ayırmamak ve asosyal olmakla suçlamış, Banun'la yaptığımız "derin" sohpetler sırasında aman da ne topa tutmuştuk "bu tarz" kadınları..Hay dilimi eşşek arısı soksaymış, zaten neyi eleştirdiysem, neye vit vit öttüysem hepsi başıma biiir bir geldi. Babun ucuz kurtardı, veledi uyku sever, saat 9 da "beni yatır anneeeaaa!" diye hönküren bi tip çıktı, piyango işte! Terazi burcunun çok uykucu olduğunu, o yüzden ettiği ukalalıkları yalamayacağını, oh işte ne de rahat ettiğini belirtti bir sohpet sırasında..Tabii gayet sistemli bir şekilde uyguladığı Ferber de çok işe yaradı...Demekki neymiş? Bir daha doğurulursa Ekim ayına isabet ettirilecek, vede Ferber Amca hatmedilecek! :)

Yazı hiç planlamadığım bir minvalde ilerlemiş, sanırım geyik yapasım varmış benim :) Aklımda uyku konusunu yazmak vardı nicedir, ama bu şekilde değildi, neyse girizgah yapmışken devam edelim..

Bu arada yazın başından beri uyuma saati 22:00, bazen 22:30 lara çekildi. Yemeğin geç yenmesi, havanın geç kararması önemli etkenler, ancak artık "haydi uyku vakti" dendiğinde eskisi gibi paşa paşa odaya yollanmaması en önemlisi sanırım (ki bu durumu Hülya' nın yazısında arkadaşı Aysun' un sözleri olarak belirtilen cümle güzel açıklıyor)

Artık kendi yatağında uyuyor olması iyi bir şey, omuzda masal anlatmak zorlamaya başlamıştı, hele bu seneki Ağustos sıcağında hiç çekilmezdi, allahtan oda taşınması, parmaklık çıkması ve benim yere kıvrılmamla yatağında uyumaya başlaması temmuz ortasına denk geliyor, henüz aşırı sıcak başlamamıştı..

Ancaaaak, kesinlikle meme emdiği zamandan bize miras kalan yanımıza gelme huyu hiç değişmedi. Gece saat 02:22-03:00 arası muhakkak uyanıyor ve sesleniyor, ben de eskiden olduğu gibi alıp yanımıza getiriyorum, tek fark meme yok...Aramıza gelince büyük bir mutlulukla, asıl yatması gereken yere gelmiş gibi suratında şapşal bir gülümsemeyle geri uykuya dalıyor. Meme zamanları işin kolayına kaçıp, yatarak emzirmenin, aramıza almanın kaçınılmaz sonucudur bu..evreka!!! :) Bu konuda eskiden çokça eleştirdiğim, ukelalık yaptığım bir konudur, işte allahın sopası sana! İşin garibi çok da dert etmiyoruz artık bu konuyu, hatta keyif alıyoruz, ve her çocuğuyla uyuyan anne-baba gibi "Amaaann ilerde istesek de gelmeyecek zaten, bir daha ne zaman yatacağız beraber?" diyoruz, yada ben diyorum en azından..Züğürt tesellisi mi bilemedim :)

Gündüz uykuları 2 saat civarında seyrediyor, 13:00-15:00 arası. Fatoş' la daha düzenli, hafta sonları bizimle bazen 1 saat filan kayabiliyor, misal bugün 14:00 de uyudu ve hala uyuyor, 3 saate tamamlamak üzere, anasına kıyak geçti :)

Gündüz uykularına biraz daha ayak diretiyor, akşamları rutinler sağlam, mesaj çok açık, sadece şansını bir deniyor akıllım :) Yine de çok yakınmayayım, şimdilik uyku konusu hiç de dert edilecek bir kıvamda değil.

Şu ve bu kitaplar son 1 aydır inanılmaz revaçta, her uyku öncesi muhakkak okunuyorlar, kitaplara çok da aşık olmayan Arda bu kitaplara fena sevdalandı..Karakterlerin ve hayvanlarının adlarını ezbere biliyor, özellikle doktorda okunurken her olayı teatral bir şekilde canlandırıyor(uz). Bu 2 kitap olmadan kesinlikle uyku rutini tamamlanmış olmuyor ve fena canı sıkılıyor...

Yıllık izinden nasıl buralara geldim bilemedim bir an, kısa blog tarihimin en düşünmeden ve geriye dönük okunmadan yazılan yazısıdır bu sanırım...


Not: Bu yazı 3 gündür taslakta bekliyordu, Nehir' in melek olduğunu duyduğumdan beri yayınlamak içimden gelmemişti...Büyüklerin bir lafı vardır ya; allah sıralı ölüm versin diye...Genç kayıp çok berbat..hele çocuk..bebek...İnsan isyan edemeden yapamıyor, neden bu illet hastalık minicik bir bedeni seçer de mesela meclisteki kıçı yağlı, hırsız, adi, namussuz herifleri seçmez ki...???

Umarım gittiğin yerde buradan daha rahat ve huzurlu olursun kuzucuk..

26 Ağustos 2010 Perşembe

Başlık bile bulamadım..pesss!


Nasıl bir aydı bu Ağustos bilemedim..
Genelde tatil ayıdır..uyuşukluk ayıdır..
İzinler alınır..denize gidilir..
Hadi izin yok diyelim..işten kaytarılır..koyverilir gitsin..
Sıcağın da etkisiyle ruhlar gevşer..tembellik çöker..
falan filan...
Bu sefer öyle olmadı..İş yerinde feci bir yoğunluk, gerginlik, ilk defa yaşadığım iş yetiştirememe paniği, akşamları "ertesi gün kabusunun" üzerime çöreklenmesi, 42 derece sıcak filan, tuş etti beni...
Ne blog yazabildim ne bişey, halbuki neler vardı kafamda..

Arda' nın yeme ve uyku güncesini yazacaktım, yeni odasını filan, sonracığıma doğum günümü yazacaktım, ağustos ayında olduğu için nasıl hep arada kaynadığını, kimsenin olmadığını, çocukken de hiç havalı partilerim olmadığını anlatacaktım...Hatta annemin beni nasıl doğurduğunu anlatacaktım, kendi yaşadıklarımla kıyas yapacaktım, "ay bana bi haller oluyo" kıvamında geçirdiğim lohusalığım ile annemin "vay anasını be" kıvamında geçirdiği lohusalığını kıyaslayacaktım...fırsatım olmadı hiç...Zaten Blogcu anne de benzer bir şey yapmış sonradan gördüm ve hemen vaz geçtim, acayip şeyler olmuş bu ortamda, kopyacılar yakalanmış filan, her zamanki gibi geri takip :) Neyse seneye yazarım artık...

Daha tatile var..Denize ilk gireceğim anı bekliyorum..Serap gibi olacak, ben yaklaştıkça sular çekilecek filan diye korkuyorum...Bir daha tatili eylüle bırakanın...
Pazar sabahı Çanakkale' ye gidiyorum, bi de o boğazı geçivereyim dedim :)
İstanbul maratonu kadar hazırlanamadım, daha parkuru bile incelemedim, ortağım da yok, motivasyonum bayağı bir çökmüş durumda ama heyhat kayıt yaptırdık bir kere..Seneye halimiz nice olur diyerek bunuda çıkarayım aradan diye gidiyorum işte..ama ayaklar geri geri...
Yazmaya yazmaya insanın yazası da gidiyormuş..
Zorlamayalım bünyeyi.
Hastasıyım bu fotonun..Hani sanki bir turist Anadolu' yu gezmiş, orda gariban bir köylü çocuğu resimlemiş, yıllar sonra o fotoya bakıyormuş gibi :)

5 Ağustos 2010 Perşembe

Çek Arda, hadi oğlum, bastırrr..!

Bu ara pek yazasım yok..
Temmuz çok dolu geçti..Boğaz maratonu, düğünler, filan fıstık :)
İş yerinde tek kaldım, işler üzerime çöreklendi..
Sıcağa tahammül edemiyorum..Son 3 gündür cinnetin eşiğindeyim!
Ev teras olmasından mütevellit fırın gibi, çok fobisel bir insan olmasam çıkıp terasta uyuyacağım, o kadar! Arda çıplak yatıyor..sadece bez ile...Şu bez işi de ne olacak acaba? Hiç "Hadi çiş yapıp alkış yapalımmm!" modunda değilim, bir lazımlık alıp ortaya koydum, tüm girişimim budur..Zaten bizim Toti de nefret etti o lazmılıktan, arada bir içine top atmak sureti ile basket potası şeklinde kullanılıyor...Kılımı kıpırdatasım yok bu hususta.. Üşeniyorum, üşendikçe gözümde büyüyor, gözümde büyüdükçe üşeniyorum..yumurta-tavuk-yumurta....

Konuşma hızlanıyor..Tekrarlar çoğaldı, bazen bayağı net kelimeler çıkıyor ağzından..İnsanları ismiyle çağırmaya bayılıyor, askerlik arkadaşıymış gibi sesleniyor arkadaşlarımıza, tonlamalar pek komik, vidyo çekmeli aslında..."Sonemann" diye geliyor kapıya Süleyman "efendi" ekmek getirince, zaten şu sıralar idolu o kendisinin, kocaman bir hortumla ve bayağı tazyikli suyla suluyor ya bahçeyi.. (şu tazyik de ne kıl bir kelimdedir.?) Arada bir eline verince hortumu Arda' nın, Süleyman beyden iyisi yok hayatta onun için!! :)

Odasını değiştirdik..Ama fotolarla başka bir yazı konusu olsun bu...Artıları da eksileri de oldu oda değişikliğinin..



Geçen pazar İncek TYK ya gittik..Malum Arda aktivite sevmez, oyuncak sevmez, diğer tüm çocukların sevdiği, istediği şeyleri sevmez, istemez, çekiniktir, yenilik sevmezdir...E geçen yazdan beri de yüzmeyle işi olmadı zavallının, büyük ihtimal havuza ayağını sokmaz dedim giderken...Tüm bebeler oynaşır suda, biz bir kenarda otururuz kös kös...Evet, çocuk havuzundan nefret etti ama büyük havuzda bir eğlendi, bir çoştu zevkten 4 köşe oldum anası olaraktan, günahını aldığım içinde fırçayı kaydım kendi kendime, içimden...
Eğer bu yaz sık sık gidebilirsek havuza, eğer her gittiğimizde bu kadar istekli ve keyifli olursa kendisi, kolluk saçmalığına girişmeden güzel bir adım atmış olabiliriz yüzme adına...Bakalım, çok heveslenmeyeyim, malum bir günü bir gününü tutmuyor bu modellerin...
Yazdıklarımı okudum da, galiba bizim takımdaki hırslı veliler gibi olacağım ben ilerde :) Boyunlarına birer kronometre takıp yarışlarda boğazları patlayana kadar bağırırlardı çocuklarına "Çeeekkk, ayak vur, hadiii, bastırrr" diye..Yarış bitince de antrenörlerle polemiğe girerlerdi, kendi tuttukları derece daha doğru diye..Kamplara filan gelirlerdi bizim otobüsümüzle, her şeye nane olurlardı...Allahım sen tut beni, aklıma mukayyet ol! Beni hırslı veli yapma, kendi anama-babama benzet, ne güzel çocuğumuz spor yapıyor diyerek uzaktan seyretmemi, destek olmamı sağla..Amiiin! :)



22 Temmuz 2010 Perşembe

Aklım başımda değil hala...



Hala etkisinden çıkamadım..Çok acayip bir tecrübeydi..Arda' nın doğumundan sonra yaşadığım en etkileyici, en heyecan verici, en beni hayretlere düşüren şeydi Asya' dan Avrupa' ya yüzmek..İyi ki yaptım ben bu işi..Kendimle gurur duyuyorum desem çok mu kibirlenmiş olurum acaba ? :)
Nasıl anlatılır ki, nereden başlanır ki....

Yarış sabahı gergin ama komik halimiz, Kuruçeşme parkındaki panayır yeri gibi şenlikli sporcu alanı, bir sürü tanıdık görmek, "yarış geyiği" yapmak, teknelerle Kanlıca' ya giderken bize eşlik eden yunusların yarattığı coşku, alkış kıyamet onları selamlamamız, midede hissedilen heyecan krampları, diğer yüzücülerle yaptığımız şamata, start anındaki kaos, Esra' yı takip edeceğim diye su altında hafiye gibi süzülmem...
Kalabalıktan sıyrılıncaki sakin ve senkronize seyrimiz, ucu bucağı olmayan depderin mavilikte bir başına yüzmek, Fatih Sultan Mehmet köprüsünün altından sırt yüzerek geçip köprüyü seyretmek, kafamı kaldırdığımda Rumeli Hisarını görmek, nefes alırken Kuleli Askeriyi izlemek, denizin ortasında "ne tarafa?" diye kısa pazarlıklar yapmak..

Arkamızdan gelip bizi geçen genç erkek yüzücülerin sayesinde "doğru yolda" olduğumuzu anlamak, sevinmek, derin bir oh çekmek, akıntıyı iyi yakalamış olmanın dayanılmaz hafifliği, 54 dakikada kendimizi Kuruçeşme' de bulmak, can havliyle çıkmak, kolumuzdaki çipleri okutmak, derecelerimize sevinip Esra'yla kucaklaşmamız, şaşkınlık, sevinç, gurur, yarışı bitiren diğer takım arkadaşlarımızı karşılamak, onların derecelerine sevinmek.....
Hepsi çok acayipti..anlatılınca hakkını verememe endişesi yaratacak kadar yoğundu..

850 katılımcıdan 561 tanesi yarışı bitirdi. Genel klasmanda bu 561 kişiden 56. oldum.
Yaş grubumda, yani 30-39 yaş kadınlarda ise 6. olarak bitirdim.
Karaya ayak basan 11. kadınım vede yine karaya ayak basan Türk kadınlar arasında 3. yüm, ama böyle bir madalya tabii ki yok!! :)

Engelli sporcular vardı, her birini yürekten alkışladım, gözlerim dolarak, göğsüm gururla kabararak...Yabancılar vardı, Güney Afrika Cumhuriyeti'nden tut Romanya' ya, İspanya' dan ABD' ye...Su çok temizdi, finişe gelirken Kuruçeşme'de bir kaç denizanası, o kadar..Zaten onları da gözüm görmedi o esnada...Merak eden var ise; Evet, bol bol su yuttum, hala yaşıyorum! :)

Çok keyif aldım ben bu işten, eskiden maratonu bırak uzun mesafe yarışları bile içimi bayardı ama sanırım kanımda varmış benim maratoncu olmak! :)

Eee? Şimdi sırada ne var..? Çanakkale mi dediniz..?? :)

Bekleşirken

Dodo dayı ve Ali amca da yarıştılar

16 Temmuz 2010 Cuma

Gidiyorum yine..kıtalar arası bi işim var bu sefer..

Çok az kaldı..
Düşünürken mideme giren kramplar çoğaldı..
Keşke daha çok hazırlansaydım..
Yumurta-kapı ilişkisi hayatımda yine başrolde..
Hep mi son ana bırakır bir insan..?
Öyle yada böyle...gidiyorum...kafaya taktım bir kez..
Kıtalar arası bi sözüm vardı..onu halletmeye..
Asya' dan Avrupa' ya yüzmeye..
*
Bazen diyorum, ne işin var Itır, otur oturduğun yerde..
Sonra katılımcı listesindeki 1930 lu amca geliyor aklıma..(amca mı desem dede mi..bilemedim)
Ve Hayır, oturma diyorum, oturma ki, sende 80 ine gelince hala çakı gibi ol..o amca gibi..
*
Herşey yolunda gider de bitirirsem yarışı, çok gurur duyacağım kendimle..
Oğlum da büyüyünce gurur duysun istiyorum..İstanbul' da arkadaşları ile gezerken, "benim annem taaaa ordan buraya kadar yüzmüş, yaaa?!" diye arkadaşlarına hava atsın istiyorum :)
Geçmişte yüzmeye verdiğim tüm emekler (gidemediğim şubat tatilleri, yıllarca sabah 5 te kalkarak uyuyamadığım sabah uykuları, takılamadığım lise partileri de bu emeklere dahildir!) yıllar sonra böyle taçlansın istiyorum..
*
İstanbul' dan döneli 48 saat olmadan yine gidiyorum..yorgunum..uykusuzum..boğazım acımaya başladı üstüne üstlük..canım sıkıldı..Pazar sabahına kadar iyice dinlenmeliyim..
*
Arda' dan 1 hafta içinde ikinci ayrılığım olacak öte yandan..Bir laf vardı, neydi? "8 çarşamba bir araya geldi" miyidi, ne? Attım..Neyse o hesap, her bir halt aynı haftaya sıkıştı...Bu sefer 3 gün-2 gece ayrıyız, sanırım o yüzden de kendimi kasmış vaziyetteyim..Sabahtan beri ota boka gözlerim doluyor..
*
Çok heyecanlıyım çoookkk...Herşey bitsin, pazartesi olsun istiyorum, bir an önce, alnımın akıyla..
Meraklısına Avrasya maratonu ile ilgili bilgi: Tık
"Kafayı yemişsin sen kızım!" demek isteyenler için parkur: Tık :)

13 Temmuz 2010 Salı

Mola

2 yildir ilk defa mola hakkimi kullaniyorum...
Sabah kus misali, yapis yapis Istanbul'a geldim..
Babun'la..kizkiza..Massive Attack dinlemeye..
Memo yok, Arda yok..
Vijdan tavan yapti..
Kalbim pirpir..
Saat basi Fatos hanimi ariyorum..
Sanki iste oldugum bir gunden ne farki var?
Olsun arayip icimi rahatlatmaliyim..
Bu aksam nasil gececek asil onu cok merak ediyorum..
Baba ogul umarim keyifli, minimum aglak gecirirler geceyi..
Molamin tadini cikartmak istiyorum ama iste...icim pirpir.......

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Miya atta



Yaklaşık bir aydır evimizde misafir olan annanenin kedisi Bızdık hanım evine döndü..Annemler her tatile gittiğinde bize gelen ve artık bizim evi yadırgamayan Bızdık bu yaz ki olağan 1 aylık misafirliğini de kazasız belasız ama pek çok sıkılarak atlattı..

Eski gelişlerinde ful ilgi ve itina gören Bıtbıt maalesef bu sene biraz kendi haline terkedildi. Bir kere eskisi gibi geceleri kocayla benim aramda yatamadı zira bizim aramızda başka bir cüce yatıyor! Hatta odalara hiç girmesin, çok tüy döküyor diye odalara açılan koridor kapısı hep kapalı tutuldu..Eskiden akşamları 2 saat terasta kaşıma / fırçalama ritüelleri yapılırken ve ben daha miii derken dibinde biterken, bu sefer diğer cüce yatmadan bir türlü ona fırsat gelemedi..Bende daraldım azıcık bu sene..Arda'yı uyuttuktan sonra bir de onu kucakta kaşıma ve uyutma seramonisi (annem böyle alıştırdı kendisini) fazla geldi bana..Yine de arada bir, kendisi kucağımda koltukta uyumuşluğumuz var..

İlk günler Bıtbıt' a pek sokulmayan Arda sonlara doğru neredeyse hayvana azap yaşattı..Uyumakta olan hayvana sessizce yaklaşıp aniden göbeğine vurmak, sürekli peşinde sürünerek rahat yüzü vermemek, kuma çişini/kakasını yaparken üzerine koşarak hayvanı deli etmek, cici yapacağım derken orasını burasını çimdiklemeye kalkmak, önünden geçerken kuyruğunu çekmeye teşebbüs etmek gibi değişik aktivitelerle hayvanın burnundan getirdi...Ama Bızdık hanım çok kibardır, bir kez bile Arda nın bu işkencelerine tırmık veya ısırıkla karşılık vermedi..Bir tek kez tıslamışlığı var o kadar :) Ayrıca hep kötü muamele görmedi canım abartmayalım, birçok kez mamasını suyunu yeniledi, tabağı burnuna sokarak yemesi için ısrar etti, saat başı tuvaletini hatırlattı, arada bir önüne top attı filan :)

Şu tüy temizleme işi kabus gibi gözükmese gözüme, bir yavru kedi alacağım beraber büyüsünler diye ama henüz toto yemiyo :)

7 Temmuz 2010 Çarşamba

2 yaşında bi velet hakkında...



Ne zamandır Arda' nın gelişimi ile ilgili yazmadım..Zaten daha çok benim anılarım ve maceralarım dolmaya başladı buraya..Blogun adınımı değiştirsem acep? Ana Toti..yada Ana Toti' nin maceraları filan...

Neyse, toti kuzusu büyüyor, serpiliyor, her geçen gün değişiyor, ben bu değişime zar zor adapte olabiliyorum çoğu zaman..

Konuşmada gelişmeler var bi kere, son 2-3 haftadır acayip tekrara başladı, ama gariptir, bir kez tekrar ediyor duyduğu bir kelimeyi, çok güzel söyleyip bir daha asla söylemiyor. Mesela ben konuşurken kurduğum cümleden "hortum"u seçip, ayan beyan hortum demişliği var ama 1 kez..Bir daha söylet hortumu söyletebilirsen.."Anne otuu" diyor işten dönünce, ille 3 lü kanapeye oturulacak, Arda kuduracak, kendini ordan oraya atacak, anasının burnuna bi tekme, böğrüne bir dirsek atacak, şaka kaka olacak, kafalar çarpışacak, bir fasıl ağlanacak filan...Yada "odaya" diyip bizim odaya, yatağa götürecek ikimizi, "1,2,3" diye yatağa atlanacak ve aynı kudurma orada daha geniş çaplı yaşanacak...En sevdiği aktivite, benimle hasret geçirme şelki bu onun..

Bal, bidaa(bir daha), kak(kalk), aç, tut, ommet(omlet), çiçiç(çiçek), ağaç, nin(in), bez, bebek, abi, abla, bitti aklıma gelen en belirgin, en çok kullandığı kelimeler. Bir de kendi dilinde konuşması var ki çok acayip, sanki dilini bilmediğim ama çok iyi konuşan bir çocuk ne bileyim sanki zimbabveli bir bebe car car ötüyor karşımda, noktalar virgüller koyarak, hayret, üzüntü, sevinç efektleri/nidaları yaparak bir uzun uzun anlatışı var...Cümlesi bitip de "Bunca dil döktüm, yorum yapın bre..!" diye baktığında, genelde gözleri kocaman olmuş anne-babasının kendisine hayretle bakışını görüyor, kimi zaman da gülmemek için kendilerini zor tutmalarını :)
İnanılmaz çok şarkı söylüyor, buradaki gibi, tabii yeni şarkılar da eklendi, müzik duyunca hemen popo oynamaya başlıyor, resmen mutlu oluyor velet. Doğumgününde bi silofon gelmişti, babayla beraber "Do bir külah dondurmaaa.." söyleniyor..Cüce "Siii Ayşenin kedisi" kısmında "Ayşe miyaaaavvvv" diye eşlik ediliyor! :) Keşke diyorum bakıcımız Fatoş Hanımın adı Ayşe olsaymış, kadını da anne diye çağırmazdı o zaman :)

Fakat en favori adamı bu aralar Louis Armstrong. Bu şarkıda transa geçiyor, koltuğa oturup öylece dinliyor, mest oluyor, bitince sinirlenip bidaaa diye yırtınıyor!
Canımı sıkan şey ise, son zamanlarda iyice asosyal olması..Park tamamen bitti hayatımızda..Park derken oyun parkları. Salıncak, kaydırak, dönme dolap, hiç bir tanesinin yakınından geçmiyor, Sadece yürümek istiyor, taş-kova-kürek 3 lüsü de tarih oldu..Kilometrelerce yürüyebilir, bazen mahalle turu atıyoruz 1,5 saat filan sürüyor...Tabiki asıl canımı sıkan bu değil, asosyal derken insanlara karşı tutumunu kastetmiştim asıl. Hiç bir bebek-çocukla ilgilenmiyor, eskiden beraber "takıldıkları" park arkadaşlarının yüzüne bakmıyor, veletler Arda diye yırtınırken sabit bakışlarla ortamı terkediyor, kalabalığa kesinlikle girmiyor, insanlardan kaçıyor. Doğumgününde kimseye pas vermedi, pasta üfleme dışında ortalarda dahi gözükmedi. Koca' nın Amerika' dan gelen ve 2 yıldır aileye katılan 2 yeni cüceyi görmek için can atan teyzesi ve kuzenine ise en cazgır, en huysuz yüzünü göstererek tüm öpücük ve sevgi selini kuzenine kaptırdı...İletişimden oğluma sıfır veriyorum! :)
Araba, top veya herhangi başka oyuncaklarla pek işi olmayan yavru totinin hala en büyük aşkı lülüler, mutfak eşyaları ve su. Allahtan terasımız ve babasının bitkileri var da çocuk onları sulayarak, fısfıs yaparak, annesi görmeden sardunyaları yolarak ve açık havada lülüleri döndürerek vakit geçiriyor...

Lülü

Bir daha biriktirmiycem, çok uzun oldu, kafam karıştı, patrondan azar işitmem de an meselesi...Resimleri de yükleyebilsem bari çaktırmadan...


Hastasıyız yamuk ön iki dişin..!



Caanım sakız sardunyalarım

2 Temmuz 2010 Cuma

4. yıl



Bugün 4. evlilik yıldönümümüz..
Gariptir şimdiye kadar klasik bir kutlama yapamadık biz..
İlk sene ben yatak döşek hastaydım..
İkinci sene aşkımızın meyvesi geleli 2 hafta kadar olmuştu, beni lohusalık çarpmış vaziyetteydi..
Üçüncü sene...unuttuk!!! :)
O güne bebekli bir arkadaşlarımıza ziyarete söz vermiştik, hatırladığımız vakit de iptal etmek için çok geçti vede gerek de görmedik zaten, çünkü Arda' yı bırakacak kimsemiz olmadığı için mum ışığında yemek gibi romantik bir seçeneğimiz olamayacaktı, bizde bebekli arkadaşlarımızla biralarımızı tokuşturarak kutladık..
Bu sene bakalım neler olacak yada olmayacak? Pırlanta gerdanlık ve 8 düzine gülle kapıda serenat yapmaz ise kocayı kapı dışarı etmeyi düşünüyorum :))

Kocacım bize her gün yıldönümü zaten, aşk meyvemizi de alır aramıza, pizzamızı söyler güzel bir şarap açarız yanına,düğün videosunu da koyduk muyudu, başlasın eğlence!!

Düğün videosu demişken, belki ilerde yaşlanır unuturum filan oğluma bir not bırakayım dedim:

Arda' cım, eğer oturup anne-babanın düğün videosunu seyredecek olursan bir gün, bil ki hani finale doğru sarhoş annen ve arkadaşları orkestranın yerini ele geçiriyorlar, hani bağıra tepine kareoke yapmaya başlıyorlar kendi doldurdukları cd ile sonra hani bir ara "It's raining man" çalarken annen "Havadan erkek yağıyoooorrrrr Haleluuuyaaaa!" diye mikrofondan bağırıyor ve üstüne sahnede arkadaşlarıyla gülme krizine giriyorlar ya, işte bil ki o an annen ufaktan altına kaçırıyor, o yüzden suratı o karede öyle garip bir hal alıyor! :)
Ve bil ki anne-baba birbirlerini çok severek, çok eğlenerek, kocca bir arkadaş ordusu yanlarında olarak evlendiler..

Umarım bir ömür böyle sevgiyle, sağlıkla, dostlarımız, ailemiz yanıbaşımızda, mutlu mesut geçirelim..Hallelujaaa!!

1 Temmuz 2010 Perşembe

Beklenen kitap yayımlandı, israrla arayınız :)

Kitabımız çıktı..!
Kitabımız diyorum çünkü içinde biz de varız. Arda' nın gelişi, doğum hikayesi kitap oldu, basıldı, yayımlandı :)
Normal doğuma kafa takık bir vaziyette yoga yaparken, derslerden birinde tesadüfen Dr. Hakan Çoker' in Lamaze kursundan haberim oldu, zor bela kocayı ikna ederek kursa katıldım ve hemen Hakan' ın kurmuş olduğu Doğal doğum mail grubuna üye oldum. Kursa katılanlar doğum yaptıkça gruba doğum hikayelerini yazıyordu. Lohusa depresyonum geçip, yaralanan meme uçlarım iyileşince, yani kendime gelince -takriben doğumdan 3 ay sonra- oturdum bende yazdım hikayemizi...
Aylar sonra grubu takip eden, Edinburgh Üniversitesi Araştırma Görevlisi Şebnem Susam Sarajeva hikayeleri kitaplaştırmak istediğini söyleyince biz 20 anne "Tamam" dedik..Böyle başladı işte herşey. Hikayeler gözden geçirildi, Şebnem düzenlemeler yaptı, yapılan düzenlemeleri bize sordu, biz önerilerde bulunduk, bayağı bir mail trafiği oldu ve sonunda Kuraldışı yayıncılık kitabı bastı..!
Henüz elime geçmedi kitap, Kuraldışı biz 20 anneye birer kopye gönderecekmiş, heyecanla bekliyorum..
Pek heyecanlandım ben ya !! Çok sevindim böyle bir işte yer aldığıma, gururlandım çok..
Arda' ya güzel bir anı olacak herşeyden önce..Basılı bir doğum hikayesi..! Benim hikayemi annem kitap olarak önüme koysa ben deli olurdum sevinçten mesela..Tabii erkek çocuk ne kadar ilgilenir bilemiyorum, olsun gelinim okur..! :)
Öte yandan Türkiye' de doğal doğum unutulup gitmişken, sezaryen amacından saptırılıp en güzel doğum şekli diye benimsenmişken, normal doğum sanki yüzyıllardır yapılmıyormuş gibi birden tü kaka olmuşken, normal doğumu isteyen kişilere hortlak görmüş gibi bakılırken, kadınlar vücut saatlerini ve fonksiyonlarını hiçe sayarak "Ayy vajinamın o kadar açıldığını düşünemiyorum, iğrrennç!" diyerek planlı sezaryenleri tasarlarken, daha da kötüsü bebeğin burcunu belirlemek adına takvimlerden gün seçerken, doktorlar muayenehanede daha çok hasta bakıp daha çok para kazanmak adına bu düzene alkış tutarken, ebelik müessesesi tarih olmuşken, Profösörden aşağısına kendimizi teslim edemezken, daha bu liste çoook uzayıp giderken, sistemin çarkları böyle pek güzel çalışırken.....doğal/normal doğum adına güzel bir çaba bence...Şebnem'e fikri ve emekleri için teşekkürler!
Diğer 19 hikayeyi de okumak için sabırsızlanıyorum!
Kitap şimdilik internetten satılıyor..Pek yakında size en yakın kitapçıda..! Israrla sorunuz ;)
Not: Blog tarihimizin en linkli yazısı oldu :)

21 Haziran 2010 Pazartesi

Eve dönüyoruz..!


Göçebe günler bugün bitiyor umarım..
..
Marmaris' ten döndüğümüzden beri bir türlü düzenimizi oturtamadık..
Tam Fatoş hanım döndü derken..
Apartmanın doğalgaz sistemi çöktü..
İnşaat başladı..Toz dumana katıldı..
4 gün gazsız yani yemeksiz, duşsuz kalındı..
Neyseki 1. günün sonunda Babaannelerin evine taşınmayı akıl ettik..
Tam da o gün yine 39 a çıktı Toti' nin ateşi..
Cumartesi sabaha kadar bekledik..Sonra bir koşu Emel Hanım..
..
"Virütik tonsillit..Çok yaygın..Calpol dışında birşeye gerek yok..1 haftaya toparlar" dedi.."İştahsızlık yapar, inatlaşmayın, ne seviyosa onu yesin" diye de ekledi.
"Haşaaa" dedim.."İnatlaşırmıyım hiç??" :)
..
Hastane sonrası bu seferde Ananelerin eve göç ettik, Babaanneler seyahatten döndü çünkü, yatacak yer sıkıntılı..
Çıkınımızı topladık, ver elini Ümitköy..
-"Anane..Dede..?"
-"Onlar atta gitti Arda' cım..Ama biz haftasonu burdayız.."
-"Su?"
-"Evet..Dedenin bahçesini sulayabiliriz, haydi hortumu açalım!"
- :))
..
Evimi özledim fakat...düzenimi..Eminim cüce de özledi..
Doğumgünü şenliklerinden bahsetmemiştim hiç..
Bence çok tatlı bir partiydi..
Büyükler ayrı eğlendi, cüceler ayrı..
Gece sonunda ev bomba patlamış gibiydi..
Not ettim bir kenara, bir dahakine daha detaylı düşüneceğim bazı şeyleri..
..
Gelen herkese binlerce teşekkür..
Hayat dostlarla güzel :)







Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...